Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

İklimsel Fiyasko…

Günümüzde, okuduklarımıza hatta gördüklerimize inanmak konusunda ciddi problemler yaşamaktayız. Bilgiye o kadar kolay ulaşıyoruz ki, çeşitliliğinden dolayı hangisi doğru bazen karışıyor. Bilim adamı kılıklıların açıklamaları veya kendisini uzman olarak yazanların söyledikleri çoğu kez doğruymuş gibi etki oluşturuyor. Bunlar genelde sosyal medyada gerçekleşmekte. Basılı kitaplarda da güvenilmez yayınlara rastlamak çok muhtemel. Çünkü basım kolaylaştı, ucuzladı, herkes bir kitap bastırabilir hale geldi. Yeter ki az miktarda basım ücreti ödensin. Eskiden böyle miydi ya! (Tam da dinozor lafı oldu. “Biz eskiden....”) Şaka bir yana, önceleri, bilgi sadece kitaplarda ve öğretmenlerde, işin uzmanlarında, ustalarında olurdu. Ah şu Google, her şeyi yayınladı. Doğru mu yanlış mı demeden. Hatta etik mi de demeden... Hepimiz sosyal medyadayız, yani büyük çoğunluğumuz. Çoğu bilgiyi de artık oradan alıyoruz. Tabi bu paylaşım kirliliğini tahlil edemediğimizde yanlış ve yanlı yönlere kayabiliyoruz. Geçtiğimiz günlerde (yangınların hararetli olduğu zamanlarda) bazı arkadaşlarım, Kızılçamı linç etti, hatta yerine zeytin dikelim diyenler bile vardı. Aynı paylaşımları birkaç sene önce de görmüştüm. Önemsememiştim. Çünkü bilimsel ve akılcı değildi. Herhangi bir araştırmaya dayanmıyordu. Üstelik bazıları işi bir üst noktaya taşıyıp (herhalde ilgi çekmek için) Kızılçamın “Marshall” yardımlarıyla ülkeye özellikle getirildiğini söyleyen komplo teorileriyle doluydu. Oysa eski Orman Muhafaza Memuru Mehmet Sait Tekin’e göre; “Kızılçam (Pinus brutia Ten), Çamgiller (Pinaceae) familyasından Doğu Akdeniz Havzasına özgü, elverişli yetişme ortamlarında 25 metreye kadar boylanma yapabilen bir çam türüdür. Akdeniz ikliminin müşir türlerinden olup tipik bir ışık ağacıdır. Kurak koşullara son derece dayanıklı, çok farklı toprak koşullarında başarıyla yetişen ve yetiştirilen, Türkiye’nin de en önemli hızlı gelişen ağaç türüdür. Sadece Türk ormancılığında değil, yabancı kaynaklarda da son dönemde Türk Çamı - Türk Kızılçamı olarak kullanımı yaygınlaşmaktadır. Deniz seviyesinden 1300–1550 m yüksekliğe kadar meşcere kuruluşu yaparak yayılış gösterir. Dikey yayılışında 1650 metreye kadar çıkar.” Yaban Hayatı Uzmanı Biyolog Yasin İlemin’e göre; “Kızılçamın Anadolu'ya Marshall yardımı sonucu 1947'de dikte edildiği ve öncesinde bu türün Türkiye'de olmadığı yönündeki iddialar, gerçeği yansıtmamaktadır, ‘Ege ve Akdeniz'de zeytin ve incir söküldü yerine kızılçam dikildi. Ağaçlandırma yaparken artık ceviz, zeytin ve badem dikelim’ diyorlar. Bu bilgi kesinlikle yanlış… Kışları bol yağışlarla beslenirler, yazları ise neredeyse 6 ay süren kurak döneme bu şekilde dayanabilirler. Güney illerimizde yeşil ve mavinin birleştiği cennet koylarımızdaki yeşil bu yeşildir… Kızılçam ormanları milyonlarca yıldır kurak yaz döneminde doğal nedenlerle oluşan yangınlara karşı önemli bir adaptasyon geliştirmiştir. Tohumlarını yaymak için ateşe ihtiyaç duyar. Yani kozalaklar ateş ile patlar ve içindeki tohumu yangın olmayan yere gönderir. İlk sonbahar yağmurları ile hemen bölge tekrar yeşerir…” Halbuki, zeytin her iklimde yetişemeyen ve yangın konusunda Kızılçama göre daha dayanıksız, bu konuda evrimleşmemiş bir türdür. Elbette zeytin çok önemli ve değerli bir ağacımızdır. Son zamanlarda Ege’de, Marmara’da, Akdeniz’deki zeytinliklerin yok edilmesini üzüntüyle izlemekteyiz. Ancak bu yangınları önlemenin, iklim değişikliğinin veya zeytinliklerin yok edilmesinin önlemi bu değildir. Değerli dostlar, iklim değişikliği önümüzde bir gerçek olarak duruyor. Hatta durmuyor, her sene misliyle yaklaşıyor. Bilir miydiniz, 42-45 derece sıcaklıkları, mevsim sapmalarını, hortumları, deniz suyu yükselmesini... Bütün ileri toplumlar, bu konuda kendi uygarlıklarını, bilgilerini kullanarak geleceğe hazırlanıyorlar. Topraksız, en az su ile, hatta yapay ışıkla bitkiler üretiyorlar. Temiz enerji adına, denizlerde dalga hareketlerinden elektrik üretiyorlar... Işıyan güneşi, yağan yağmuru depolamayı geliştiriyorlar... Dünya dışı yerleşim yerlerini, dış gezegenleri araştırıyorlar... Tüm bunları yaparken geçmişlerini, yapılarını, eserlerini, kültürlerini özellikle koruyorlar… Çünkü biliyorlar ki, geleceğe çok az uygarlık ulaşabilecek. Ulaşanlar arasında olmak için, bilimde, ileri görüşte, uygarlıkta yarışıyorlar. Geleceklerini programlıyorlar. Neye ihtiyaç duyacaklarını tespit ediyorlar. Diğerleri mi? Savaşıyorlar...! Hazır yiyorlar...! Üretmiyorlar...! Planlamıyorlar...! ............ Ülkemizde ilgili bakanlığın, “Şu bölgede arpa, bu bölgede buğday, şurada bu kadar zeytin, ayçiçeği v.b. üretilecek” dedikten sonra, bu konuda yaptığı bilimsel araştırmalarını (toprak analizleriyle hangi bölgede ne yetiştirilmesi gerektiği ve ne kadarına ihtiyacımız olduğunu) açıkladığını gördüğünüz mü? Bu tespitleri yapabilecek bir ekip çalıştırıyor mu? Veya YÖK’ün “Ülke olarak bu sene şu kadar öğretmene, bu kadar mimara, mühendise, doktora v.b. ihtiyacımız var” dediğini duydunuz mu? Böyle bir araştırma yapmış mı? Yapmak aklına gelmiş mi? Ama her sene (ben kendi bölümümden biliyorum) üniversitelere kontenjan artırtırlar. Hangi sebeple ve hangi araştırmaya dayanarak? Verilen kararlar tamamen siyasi sebeplerle, kimin ekmeğine tereyağı sürüleceği konusu ile sonuçlanmakta. Hele hele tek “dudak” söz konusuysa... Düsturumuz da “Kaliteli eğitimli gençler yetiştiremiyorsak, sınav yüzdelerimiz düştüyse (Vakıf Üniversitelerimiz boş kalmasın) taban puanlarını düşürüveririz olur biter…” ise… Neye ihtiyacımız olduğunu bilmeden, tarım politikasında yaptığımız gibi mesleki eğitimimizin de plansızlığındayız. Aslında planlı olarak yaptığımız bir şey var mı bilemiyorum. Gündelik yaşar olduk… Hatta tüm az gelişmiş ülkeler gibi, kendimizi geleceğe, iklim değişikliğine hazırlayacağımıza, uzak, yakın tüm geçmişimizi, kültürümüzü koruyup geleceğe aktaracağımıza yıkıp yerine yenisini yapmayı seçiyoruz. Kültürünü koruyanların geleceğine, mahkûm olmaya doğru gidiyoruz… Maalesef, bilgiyi, bilimi, eğriyi, doğruyu, hurafeyi, inancı, karıştırdığımız sürece, geleceğe ulaşmaktan o derece uzaklaşmaktayız… Başta da belirttiğim bilgi kirliliğinden kurtulmanın yolu; okuduğunuzu, duyduğunuzu önce kendi akıl süzgecinizden geçirin. Yetmedi mi? Birkaç kaynaktan araştırın. Okuyun. Bildiğiniz, güvendiğiniz kişilerden sorun, öğrenin. Okuduğunuz, gördüğünüz veya size söylenen her bilgi artık doğru değil. Pek çok konu inanmak istedikleriniz üzerinden size servis edilmekte. Lütfen araştırın ve bilime inanın. Tüm doğruları orada bulabilirsiniz. Yangınları, iklim değişikliğini önleyemiyoruz, öyleyse uyum sağlamalıyız. Bu konuda bir bakanlık bile kurabiliriz. Yeni yangın önleme yöntemleri, yeni uyum mevzuatı, hepsini yenilememiz gerekecek… En azından, bin bir nazla komşulardan uçak istemek yerine kendi uçaklarımızı hazır etmeyi, sayılarını artırmayı öğrenmeliyiz. Kalın sağlıcakla...   Kaynakça: https://www.aa.com.tr/tr/gundem/yaban-hayati-uzmani-biyolog-yasin-ilemin-kizilcam-anadolunun-has-yerli-turudur/2322983

İklimsel Fiyasko…

Günümüzde, okuduklarımıza hatta gördüklerimize inanmak konusunda ciddi problemler yaşamaktayız. Bilgiye o kadar kolay ulaşıyoruz ki, çeşitliliğinden dolayı hangisi doğru bazen karışıyor. Bilim adamı kılıklıların açıklamaları veya kendisini uzman olarak yazanların söyledikleri çoğu kez doğruymuş gibi etki oluşturuyor.

Bunlar genelde sosyal medyada gerçekleşmekte. Basılı kitaplarda da güvenilmez yayınlara rastlamak çok muhtemel. Çünkü basım kolaylaştı, ucuzladı, herkes bir kitap bastırabilir hale geldi. Yeter ki az miktarda basım ücreti ödensin.

Eskiden böyle miydi ya!

(Tam da dinozor lafı oldu. “Biz eskiden....”)

Şaka bir yana, önceleri, bilgi sadece kitaplarda ve öğretmenlerde, işin uzmanlarında, ustalarında olurdu.

Ah şu Google, her şeyi yayınladı. Doğru mu yanlış mı demeden. Hatta etik mi de demeden...

Hepimiz sosyal medyadayız, yani büyük çoğunluğumuz. Çoğu bilgiyi de artık oradan alıyoruz. Tabi bu paylaşım kirliliğini tahlil edemediğimizde yanlış ve yanlı yönlere kayabiliyoruz.

Geçtiğimiz günlerde (yangınların hararetli olduğu zamanlarda) bazı arkadaşlarım, Kızılçamı linç etti, hatta yerine zeytin dikelim diyenler bile vardı.

Aynı paylaşımları birkaç sene önce de görmüştüm. Önemsememiştim.

Çünkü bilimsel ve akılcı değildi. Herhangi bir araştırmaya dayanmıyordu. Üstelik bazıları işi bir üst noktaya taşıyıp (herhalde ilgi çekmek için) Kızılçamın “Marshall” yardımlarıyla ülkeye özellikle getirildiğini söyleyen komplo teorileriyle doluydu.

Oysa eski Orman Muhafaza Memuru Mehmet Sait Tekin’e göre; “Kızılçam (Pinus brutia Ten), Çamgiller (Pinaceae) familyasından Doğu Akdeniz Havzasına özgü, elverişli yetişme ortamlarında 25 metreye kadar boylanma yapabilen bir çam türüdür.

Akdeniz ikliminin müşir türlerinden olup tipik bir ışık ağacıdır.

Kurak koşullara son derece dayanıklı, çok farklı toprak koşullarında başarıyla yetişen ve yetiştirilen, Türkiye’nin de en önemli hızlı gelişen ağaç türüdür.

Sadece Türk ormancılığında değil, yabancı kaynaklarda da son dönemde Türk Çamı - Türk Kızılçamı olarak kullanımı yaygınlaşmaktadır. Deniz seviyesinden 1300–1550 m yüksekliğe kadar meşcere kuruluşu yaparak yayılış gösterir. Dikey yayılışında 1650 metreye kadar çıkar.”

Yaban Hayatı Uzmanı Biyolog Yasin İlemin’e göre; “Kızılçamın Anadolu'ya Marshall yardımı sonucu 1947'de dikte edildiği ve öncesinde bu türün Türkiye'de olmadığı yönündeki iddialar, gerçeği yansıtmamaktadır, ‘Ege ve Akdeniz'de zeytin ve incir söküldü yerine kızılçam dikildi. Ağaçlandırma yaparken artık ceviz, zeytin ve badem dikelim’ diyorlar. Bu bilgi kesinlikle yanlış…

Kışları bol yağışlarla beslenirler, yazları ise neredeyse 6 ay süren kurak döneme bu şekilde dayanabilirler. Güney illerimizde yeşil ve mavinin birleştiği cennet koylarımızdaki yeşil bu yeşildir…

Kızılçam ormanları milyonlarca yıldır kurak yaz döneminde doğal nedenlerle oluşan yangınlara karşı önemli bir adaptasyon geliştirmiştir. Tohumlarını yaymak için ateşe ihtiyaç duyar. Yani kozalaklar ateş ile patlar ve içindeki tohumu yangın olmayan yere gönderir. İlk sonbahar yağmurları ile hemen bölge tekrar yeşerir…”

Halbuki, zeytin her iklimde yetişemeyen ve yangın konusunda Kızılçama göre daha dayanıksız, bu konuda evrimleşmemiş bir türdür.

Elbette zeytin çok önemli ve değerli bir ağacımızdır. Son zamanlarda Ege’de, Marmara’da, Akdeniz’deki zeytinliklerin yok edilmesini üzüntüyle izlemekteyiz. Ancak bu yangınları önlemenin, iklim değişikliğinin veya zeytinliklerin yok edilmesinin önlemi bu değildir.

Değerli dostlar, iklim değişikliği önümüzde bir gerçek olarak duruyor. Hatta durmuyor, her sene misliyle yaklaşıyor.

Bilir miydiniz, 42-45 derece sıcaklıkları, mevsim sapmalarını, hortumları, deniz suyu yükselmesini...

Bütün ileri toplumlar, bu konuda kendi uygarlıklarını, bilgilerini kullanarak geleceğe hazırlanıyorlar.

Topraksız, en az su ile, hatta yapay ışıkla bitkiler üretiyorlar.

Temiz enerji adına, denizlerde dalga hareketlerinden elektrik üretiyorlar...

Işıyan güneşi, yağan yağmuru depolamayı geliştiriyorlar...

Dünya dışı yerleşim yerlerini, dış gezegenleri araştırıyorlar...

Tüm bunları yaparken geçmişlerini, yapılarını, eserlerini, kültürlerini özellikle koruyorlar…

Çünkü biliyorlar ki, geleceğe çok az uygarlık ulaşabilecek. Ulaşanlar arasında olmak için, bilimde, ileri görüşte, uygarlıkta yarışıyorlar. Geleceklerini programlıyorlar. Neye ihtiyaç duyacaklarını tespit ediyorlar.

Diğerleri mi?

Savaşıyorlar...!

Hazır yiyorlar...!

Üretmiyorlar...!

Planlamıyorlar...!

............

Ülkemizde ilgili bakanlığın, “Şu bölgede arpa, bu bölgede buğday, şurada bu kadar zeytin, ayçiçeği v.b. üretilecek” dedikten sonra, bu konuda yaptığı bilimsel araştırmalarını (toprak analizleriyle hangi bölgede ne yetiştirilmesi gerektiği ve ne kadarına ihtiyacımız olduğunu) açıkladığını gördüğünüz mü? Bu tespitleri yapabilecek bir ekip çalıştırıyor mu?

Veya YÖK’ün “Ülke olarak bu sene şu kadar öğretmene, bu kadar mimara, mühendise, doktora v.b. ihtiyacımız var” dediğini duydunuz mu? Böyle bir araştırma yapmış mı? Yapmak aklına gelmiş mi? Ama her sene (ben kendi bölümümden biliyorum) üniversitelere kontenjan artırtırlar.

Hangi sebeple ve hangi araştırmaya dayanarak?

Verilen kararlar tamamen siyasi sebeplerle, kimin ekmeğine tereyağı sürüleceği konusu ile sonuçlanmakta. Hele hele tek “dudak” söz konusuysa...

Düsturumuz da “Kaliteli eğitimli gençler yetiştiremiyorsak, sınav yüzdelerimiz düştüyse (Vakıf Üniversitelerimiz boş kalmasın) taban puanlarını düşürüveririz olur biter…” ise…

Neye ihtiyacımız olduğunu bilmeden, tarım politikasında yaptığımız gibi mesleki eğitimimizin de plansızlığındayız. Aslında planlı olarak yaptığımız bir şey var mı bilemiyorum. Gündelik yaşar olduk…

Hatta tüm az gelişmiş ülkeler gibi, kendimizi geleceğe, iklim değişikliğine hazırlayacağımıza, uzak, yakın tüm geçmişimizi, kültürümüzü koruyup geleceğe aktaracağımıza yıkıp yerine yenisini yapmayı seçiyoruz.

Kültürünü koruyanların geleceğine, mahkûm olmaya doğru gidiyoruz…

Maalesef, bilgiyi, bilimi, eğriyi, doğruyu, hurafeyi, inancı, karıştırdığımız sürece, geleceğe ulaşmaktan o derece uzaklaşmaktayız…

Başta da belirttiğim bilgi kirliliğinden kurtulmanın yolu; okuduğunuzu, duyduğunuzu önce kendi akıl süzgecinizden geçirin. Yetmedi mi? Birkaç kaynaktan araştırın. Okuyun. Bildiğiniz, güvendiğiniz kişilerden sorun, öğrenin.

Okuduğunuz, gördüğünüz veya size söylenen her bilgi artık doğru değil. Pek çok konu inanmak istedikleriniz üzerinden size servis edilmekte.

Lütfen araştırın ve bilime inanın. Tüm doğruları orada bulabilirsiniz.

Yangınları, iklim değişikliğini önleyemiyoruz, öyleyse uyum sağlamalıyız. Bu konuda bir bakanlık bile kurabiliriz. Yeni yangın önleme yöntemleri, yeni uyum mevzuatı, hepsini yenilememiz gerekecek…

En azından, bin bir nazla komşulardan uçak istemek yerine kendi uçaklarımızı hazır etmeyi, sayılarını artırmayı öğrenmeliyiz.

Kalın sağlıcakla...

 

Kaynakça:

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/yaban-hayati-uzmani-biyolog-yasin-ilemin-kizilcam-anadolunun-has-yerli-turudur/2322983

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.