Mehmet GÜREL
Köşe Yazarı
Mehmet GÜREL
 

Tüm öğretmenlerime....

“Annee ben bugün okula gitmiycemmm” “Neden oğluuum. Hiç olur mu? Sonra Ayşe öğretmenine ne deriz?” “Hayır. Hayır. Ben hastayım...?” Elini alnıma koyarak “Güzel oğlum, gayet iyisin, hiç bi’ şeyin yok. Ne oldu neden gitmeyeceksin okula?” Ağlayarak, “Anne, ödevlerimden birini yapmayı unuttum..!” “Aaa..! Niye unuttun oğlum. Hiç yapmazdın. N’oldu?” “Defterimde sayfanın arkasına yazmışım onu. Çantamı toplarken gördüm. N’ooolur, bugün gitmiyiim anne. Ayşe öğretmenim çok kızacak. Nooolur anne, nooolur, hasta oldu de...!” “Yok, yok. Olur mu? Hemen giyin. Gidiyoruz. Ben konuşurum Ayşe’yle. Korkma, söylerim özellikle yapmamazlık olmadığını, yanlışlıkla unuttuğunu. Kırmaz beni. Hadi, hadi, çabuk giy önlüğünü...” “Yaa anne yaa. Kızacak şimdi amaa...” “Hadi dedim sana. Merak etme ben de geleceğim seninle. Yeni kolaladım yakanı, bembeyaz takalım şöööle. Ne güzel de yakıştı oğluma...” İstemeye, istemeye hazırlanma, kafa önde okula kadar yürüme. Okulumuza, o zamanlarda yürüyerek gidebilirdik... Bu arada yüreğimde korku. Kalbim küt küt... Öğretmenim her ne kadar eski komşumuzun kızı olsa da, Anneme ‘abla’ diye hitap etse de, içim sıkıntılı... Okul bahçesinden girdik, bir elimde okul çantası, diğerinde annemin eli. Annem önde, adeta beni sürüklüyor... Ayşe öğretmenim her sabah olduğu gibi, öğretmenler kapısında, güzel kıvırcık saçları toplanmış, elleri arkasında öğrencilerine bakıyor. Annem hemen yanına gitti. Ben arkasında, kafam yerde, hafiften saklanarak çekiniyorum. “Ayşe merhaba, ya Mehmet bugün gelmek istemedi ben zorla getirdim. Konuşurum öğretmeninle dedim..!” “Hayırdır Mualla Abla, bir şeyi yok ya..?” “Yok, yok. Senin dün yazdırdığın ödevlerden birisini, sayfanın arkasına yazmış. Yaparken de görmemiş. Onu yapamamış. Ben de ded.......” “Mualla Abla, lütfen, bana bunun için bir daha gelme. Senden rica ediyorum. Benim verdiğim ödevler Mehmet’in sorumluluğunda. Yapmadıysa, kendisi sebebini söylemeli. Hatasının ve başarısının sahibi o olmalı. Kusura bakma Abla...“ bana dönerek, “Mehmet; hemen sınıfa, sıra sana gelince niye yapamadığını söylersin. Hadi bakalım, arkadaşların girdi bile sınıfa, koş, şimdi zil çalacak...” Annem, öylece kalakaldı. Sadece bana “Koş...” diyebildi. Koştuğum için gerisini bilmiyorum. Ama şunu öğrenmiştim; kendi eksikliğini başkasına tamamlatma... O gün iyi bir azar işittim. Ceza bile aldım. Sınıfın önünde çok utandım. Ama kendi yaptığımın sorumluluğunu almayı, azarını işitmeyi, hata yapmayı öğrendim... Her gün son derste, Ayşe Öğretmenimiz, bizlere o gün yapacağımız ödevleri yazdırırdı. Ertesi gün ise ilk derste teker teker kontrol ederdi. Ödevi yapmamak, unutmak, eksik hazırlamak mümkün değildi... Biz ödevlerimizi hep tam öğrendik, hep tam yaptık. O günden sonra, yapmam gereken bir işi mutlaka zamanında ve tam olarak yapmaya çalıştım. Hiçbir zaman “Annem gelir, babam konuşur, kankam halleder, abim bir şey düşünür, olmadı döveriz, yolunu keseriz”, demedim... Bizleri bugünlere yetiştiren, sorumluluk duygumuzu aşılayan, sağlam bir temel kuran Ayşe Gültekin öğretmenime nice sağlıklı ve selamet yıllar, geçen yıl aramızdan ayrılan, güzel kalpli Anneme de rahmet dilerim. Yeni nesil öğrenci ve öğretmenlerin, bizim kuşağımızdan çok daha fazla öğrenecek, öğreteceklerinin olduğu açık. Ama ilk başta ihtiyacımız olan “Ahlaklı, sorumluluk sahibi, dünya vatandaşı” bireyler olabilmek, yetiştirebilmek. Bunun yolu ise her dönem ve kuşağa hitap eden, Kemalizm’i anlamak ve anlatmaktan geçmektedir. “Ülkesini en çok seven, görevini en iyi yapandır...” Tüm öğretmenlerimizin, tüm günleri kutlu olsun... Sağlıcakla kalın...

Tüm öğretmenlerime....

Annee ben bugün okula gitmiycemmm

Neden oğluuum. Hiç olur mu? Sonra Ayşe öğretmenine ne deriz?

Hayır. Hayır. Ben hastayım...?

Elini alnıma koyarak “Güzel oğlum, gayet iyisin, hiç bi’ şeyin yok. Ne oldu neden gitmeyeceksin okula?

Ağlayarak, “Anne, ödevlerimden birini yapmayı unuttum..!

Aaa..! Niye unuttun oğlum. Hiç yapmazdın. N’oldu?

Defterimde sayfanın arkasına yazmışım onu. Çantamı toplarken gördüm. N’ooolur, bugün gitmiyiim anne. Ayşe öğretmenim çok kızacak. Nooolur anne, nooolur, hasta oldu de...!

Yok, yok. Olur mu? Hemen giyin. Gidiyoruz. Ben konuşurum Ayşe’yle. Korkma, söylerim özellikle yapmamazlık olmadığını, yanlışlıkla unuttuğunu. Kırmaz beni. Hadi, hadi, çabuk giy önlüğünü...”

Yaa anne yaa. Kızacak şimdi amaa...

Hadi dedim sana. Merak etme ben de geleceğim seninle. Yeni kolaladım yakanı, bembeyaz takalım şöööle. Ne güzel de yakıştı oğluma...”

İstemeye, istemeye hazırlanma, kafa önde okula kadar yürüme. Okulumuza, o zamanlarda yürüyerek gidebilirdik...

Bu arada yüreğimde korku. Kalbim küt küt... Öğretmenim her ne kadar eski komşumuzun kızı olsa da, Anneme ‘abla’ diye hitap etse de, içim sıkıntılı...

Okul bahçesinden girdik, bir elimde okul çantası, diğerinde annemin eli. Annem önde, adeta beni sürüklüyor...

Ayşe öğretmenim her sabah olduğu gibi, öğretmenler kapısında, güzel kıvırcık saçları toplanmış, elleri arkasında öğrencilerine bakıyor.

Annem hemen yanına gitti. Ben arkasında, kafam yerde, hafiften saklanarak çekiniyorum.

Ayşe merhaba, ya Mehmet bugün gelmek istemedi ben zorla getirdim. Konuşurum öğretmeninle dedim..!

Hayırdır Mualla Abla, bir şeyi yok ya..?

Yok, yok. Senin dün yazdırdığın ödevlerden birisini, sayfanın arkasına yazmış. Yaparken de görmemiş. Onu yapamamış. Ben de ded.......”

Mualla Abla, lütfen, bana bunun için bir daha gelme. Senden rica ediyorum. Benim verdiğim ödevler Mehmet’in sorumluluğunda. Yapmadıysa, kendisi sebebini söylemeli. Hatasının ve başarısının sahibi o olmalı. Kusura bakma Abla...“ bana dönerek, “Mehmet; hemen sınıfa, sıra sana gelince niye yapamadığını söylersin. Hadi bakalım, arkadaşların girdi bile sınıfa, koş, şimdi zil çalacak...

Annem, öylece kalakaldı. Sadece bana “Koş...” diyebildi.

Koştuğum için gerisini bilmiyorum. Ama şunu öğrenmiştim; kendi eksikliğini başkasına tamamlatma...

O gün iyi bir azar işittim. Ceza bile aldım. Sınıfın önünde çok utandım. Ama kendi yaptığımın sorumluluğunu almayı, azarını işitmeyi, hata yapmayı öğrendim...

Her gün son derste, Ayşe Öğretmenimiz, bizlere o gün yapacağımız ödevleri yazdırırdı. Ertesi gün ise ilk derste teker teker kontrol ederdi. Ödevi yapmamak, unutmak, eksik hazırlamak mümkün değildi...

Biz ödevlerimizi hep tam öğrendik, hep tam yaptık. O günden sonra, yapmam gereken bir işi mutlaka zamanında ve tam olarak yapmaya çalıştım. Hiçbir zaman “Annem gelir, babam konuşur, kankam halleder, abim bir şey düşünür, olmadı döveriz, yolunu keseriz”, demedim...

Bizleri bugünlere yetiştiren, sorumluluk duygumuzu aşılayan, sağlam bir temel kuran Ayşe Gültekin öğretmenime nice sağlıklı ve selamet yıllar, geçen yıl aramızdan ayrılan, güzel kalpli Anneme de rahmet dilerim.

Yeni nesil öğrenci ve öğretmenlerin, bizim kuşağımızdan çok daha fazla öğrenecek, öğreteceklerinin olduğu açık. Ama ilk başta ihtiyacımız olan “Ahlaklı, sorumluluk sahibi, dünya vatandaşı” bireyler olabilmek, yetiştirebilmek.

Bunun yolu ise her dönem ve kuşağa hitap eden, Kemalizm’i anlamak ve anlatmaktan geçmektedir.

Ülkesini en çok seven, görevini en iyi yapandır...

Tüm öğretmenlerimizin, tüm günleri kutlu olsun...

Sağlıcakla kalın...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.