İsa ÖZTÜRK
Köşe Yazarı
İsa ÖZTÜRK
 

TÜRK TÖRESİNDE KADIN

İslam öncesi Türklere ait bilgiler, M.Ö. 4000-4500 yıl gerilere kadar ulaşmaktadır. Bu köklü bilgiler arasında kadının temel nitelikleri; “annelik” ve “kahramanlık” olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk mitolojisinde kadın, gayet yüksek bir mevkide tasvir edilmektedir. Yaradılış Destanına göre Kadın ; Kâinatın yaratılışına sebep olan ilham kaynağı olarak görülmüştür. Kadın; at binme, silah kullanma ve savaşabilme gücü ile de değerlendirilmektedir. Yine tarih kaynaklarında Türklerin kutsal ve önem verdikleri haklara, “ana hakkı” dedikleri ve bunu da “Tanrı Hakkı” ile eşit tuttuklarını göstermektedir. Türkler, annelik vasfına verdikleri önemden dolayı içinde yaşadıkları ve doğup–büyüdükleri toprağa “Ana-vatan” demişlerdir. Hukuki kurallar olarak en öncelik verdiğimiz temel yasalarımıza da “Ana-yasa” diyoruz. Çağlar geçmesine rağmen annelik vasfı ile Türk kadınları; Türklerin en değer verdiği şeylere isimlerini vermeye devam etmektedirler.   Tek eşlilik, Türk ailesinin vazgeçilmez bir özelliğidir. Her ne kadar istisnaları olsa da, Türklerde tarih boyunca evlilik ve aile çok önemli görüldüğünden dolayı bu kurum sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. Evlilikler, annenin izni olmadan gerçekleşmemekte ve onun fikrine göre hareket edilmektedir. Bu durum zamanla değişmeye başlamıştır. Değişen şartlar ve törenin değerini kaybetmesiyle beraber kadınlar ve anneler, ikinci plana atılmaya başlamış ve erkek egemen bir kültür inşa edilmek istenmiştir.   Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) kadın, önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır. Örneğin İskitlerde, her kadının İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmesi geleneği vardı. Bundan dolayıdır ki İskitli göçebe kadınlar, her savaşta erkekleriyle birlikte çarpışıyorlardı.   Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadınların erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiği bilinmektedir. Hatta öyle ki ; Kağanın emirnameleri sadece “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçileri, sadece Hakanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü esnasında Hatunun da Hakanla beraber olması gerekirdi.. Yine Göktürklerde ve Uygurlarda Kağanın karısı Hatun, devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnameler, yalnız Kağan namına değil, Kağan ve Hatun namına ortaklaşa imza edilmektedir. Aile içinde de kadın yüksek bir mevkiye sahiptir.   Kadına kutsallık katan töreye göre; dövülmesi, horlanması veya itilip kakılması mümkün değildir ki zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın, daima erkeğinin yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Kahramanının yanında savaşan kadın motifi, Dede Korkut hikâyelerinde de mevcuttur Dede Korkut hikâyelerinden biri olan “Deli Dumrul” hikâyesinde Dumrul, canının yerine can bulma çabasına girince, bunu eşinden bulmuş, eşi ona hiç çekinmeden “canını vereceğini” söylemiştir. Ayrıca Türk kültüründe destan kahramanları, iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim Dede Korkut hikâyelerinden olan Bamsı Beyrek hikâyesinde yer alan “Banu Çiçek”, bunun en güzel örneklerden biridir.   İslâmi dönem Türk toplumlarında ve devletlerinde de kadın, sosyal hayatta da sahip olduğu haklarını korumuş ve devam ettirmiştir. Türk kadınının tarihten getirdiği bu geniş yetki, pek önemli yer ve statü, Türklerin İslamiyet’i benimsemelerinden sonra diğer Müslüman devletleri de etkilemiştir. İlk Müslüman Türk devletleri hanedanlarına mensup kadınlar, özellikle siyasî ve idarî hayattaki ağırlıklarını muhafaza etmiş ve zaman zaman gereğini ifa etmişlerdir. Selçuklularda hatunlardan bazıları sarayda sultanın yanında değil, geçici veya devamlı olarak başka bir şehirdeki sarayda kalırdı. Sultanla birlikte otursun veya oturmasın hatunun emrinde küçük çaplı idarî ve askerî teşkilat, özel bir hazine, özel bir vezir ve diğer görevliler bulunmaktaydı. Osmanlı döneminde kadının durumuna bakıldığında da, aileyi oluşturan en önemli unsurlardan biri kadındır. Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde kadınlar, sosyal hayatın içerisinde erkeklerle birlikte daha etkin bir görüntü çizmişlerdir. Kadının ailede anne olarak yeri her zaman ön planda ve tartışılmaz bir mevkide olmuştur.   Türk tarihinde ve kültüründe Türk kadını, yukarıda özetlendiği gibi; hem toplum hem de devlet içerisinde bir değere sahiptir. Kadınlar doğrudan toplum içerisinde faal bir şekilde hayatını devam ettirmektedirler. Eski Türk Devletlerinde kadına atfedilen bu önem, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile kadına eski değerinin ve toplumsal yaşamdaki yerini tekrar iade etmiştir. 5 Aralık 1934’te “Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Verilmesi” ile kadınlar tekrar siyasi hayata dâhil olmuş ve devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır. Günümüz Türk toplumunda zaman zaman görülen kadına karşı şiddet olayları, kadınla erkeğin tıpkı bir elmanın yarısı gibi birbirini tamamlayan parçası olduğunun şuuruna varmamış insanlar tarafından yapılan münferit olaylar olarak değerlendirilmelidir. Türk insanı, geçmişini yeniden öğrendiğinde veya gelenek-göreneklerine sahip çıktığında, Türk kadını da tarihte olduğu gibi layık olduğu yeri bulacaktır.   Oğuz Kağan der ki  ; "Kadının yaptığı ev yıkılmaz, kadının yıktığı ev yapılmaz..."   KAYNAKÇA :     “Tarihî Süreç İçerisinde Türk Toplumunda ve Devletlerinde Kadının Yeri Ve Önemi.” Yrd.Doç.Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ

TÜRK TÖRESİNDE KADIN

İslam öncesi Türklere ait bilgiler, M.Ö. 4000-4500 yıl gerilere kadar ulaşmaktadır. Bu köklü bilgiler arasında kadının temel nitelikleri; “annelik” ve “kahramanlık” olarak karşımıza çıkmaktadır. Türk mitolojisinde kadın, gayet yüksek bir mevkide tasvir edilmektedir. Yaradılış Destanına göre Kadın ; Kâinatın yaratılışına sebep olan ilham kaynağı olarak görülmüştür.

Kadın; at binme, silah kullanma ve savaşabilme gücü ile de değerlendirilmektedir. Yine tarih kaynaklarında Türklerin kutsal ve önem verdikleri haklara, “ana hakkı” dedikleri ve bunu da “Tanrı Hakkı” ile eşit tuttuklarını göstermektedir. Türkler, annelik vasfına verdikleri önemden dolayı içinde yaşadıkları ve doğup–büyüdükleri toprağa “Ana-vatan” demişlerdir. Hukuki kurallar olarak en öncelik verdiğimiz temel yasalarımıza da “Ana-yasa” diyoruz. Çağlar geçmesine rağmen annelik vasfı ile Türk kadınları; Türklerin en değer verdiği şeylere isimlerini vermeye devam etmektedirler.

 

Tek eşlilik, Türk ailesinin vazgeçilmez bir özelliğidir. Her ne kadar istisnaları olsa da, Türklerde tarih boyunca evlilik ve aile çok önemli görüldüğünden dolayı bu kurum sağlam temeller üzerine oturtulmuştur. Evlilikler, annenin izni olmadan gerçekleşmemekte ve onun fikrine göre hareket edilmektedir. Bu durum zamanla değişmeye başlamıştır. Değişen şartlar ve törenin değerini kaybetmesiyle beraber kadınlar ve anneler, ikinci plana atılmaya başlamış ve erkek egemen bir kültür inşa edilmek istenmiştir.

 

Orta Asya Türk devletlerinin hepsinde (İskitler, Hunlar, Göktürkler, Uygurlar) kadın, önemli hak ve yetkilere sahip bulunmaktadır. Örneğin İskitlerde, her kadının İskit erkekleri gibi savaşçı ve asker olarak yetiştirilmesi geleneği vardı. Bundan dolayıdır ki İskitli göçebe kadınlar, her savaşta erkekleriyle birlikte çarpışıyorlardı.

 

Hunlar döneminden itibaren kadın-erkek ayrımı yapılmadığı ve kadınların erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiği bilinmektedir. Hatta öyle ki ; Kağanın emirnameleri sadece “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçileri, sadece Hakanın huzuruna çıkmazlardı. Elçilerin kabulü esnasında Hatunun da Hakanla beraber olması gerekirdi.. Yine Göktürklerde ve Uygurlarda Kağanın karısı Hatun, devlet işlerinde kocasıyla birlikte söz sahibidir. Emirnameler, yalnız Kağan namına değil, Kağan ve Hatun namına ortaklaşa imza edilmektedir. Aile içinde de kadın yüksek bir mevkiye sahiptir.

 

Kadına kutsallık katan töreye göre; dövülmesi, horlanması veya itilip kakılması mümkün değildir ki zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın, daima erkeğinin yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır. Kahramanının yanında savaşan kadın motifi, Dede Korkut hikâyelerinde de mevcuttur Dede Korkut hikâyelerinden biri olan “Deli Dumrul” hikâyesinde Dumrul, canının yerine can bulma çabasına girince, bunu eşinden bulmuş, eşi ona hiç çekinmeden “canını vereceğini” söylemiştir. Ayrıca Türk kültüründe destan kahramanları, iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim Dede Korkut hikâyelerinden olan Bamsı Beyrek hikâyesinde yer alan “Banu Çiçek”, bunun en güzel örneklerden biridir.

 

İslâmi dönem Türk toplumlarında ve devletlerinde de kadın, sosyal hayatta da sahip olduğu haklarını korumuş ve devam ettirmiştir. Türk kadınının tarihten getirdiği bu geniş yetki, pek önemli yer ve statü, Türklerin İslamiyet’i benimsemelerinden sonra diğer Müslüman devletleri de etkilemiştir. İlk Müslüman Türk devletleri hanedanlarına mensup kadınlar, özellikle siyasî ve idarî hayattaki ağırlıklarını muhafaza etmiş ve zaman zaman gereğini ifa etmişlerdir. Selçuklularda hatunlardan bazıları sarayda sultanın yanında değil, geçici veya devamlı olarak başka bir şehirdeki sarayda kalırdı. Sultanla birlikte otursun veya oturmasın hatunun emrinde küçük çaplı idarî ve askerî teşkilat, özel bir hazine, özel bir vezir ve diğer görevliler bulunmaktaydı.

Osmanlı döneminde kadının durumuna bakıldığında da, aileyi oluşturan en önemli unsurlardan biri kadındır. Osmanlı Devletinin kuruluş döneminde kadınlar, sosyal hayatın içerisinde erkeklerle birlikte daha etkin bir görüntü çizmişlerdir. Kadının ailede anne olarak yeri her zaman ön planda ve tartışılmaz bir mevkide olmuştur.

 

Türk tarihinde ve kültüründe Türk kadını, yukarıda özetlendiği gibi; hem toplum hem de devlet içerisinde bir değere sahiptir. Kadınlar doğrudan toplum içerisinde faal bir şekilde hayatını devam ettirmektedirler.

Eski Türk Devletlerinde kadına atfedilen bu önem, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulması ile kadına eski değerinin ve toplumsal yaşamdaki yerini tekrar iade etmiştir. 5 Aralık 1934’te “Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkı Verilmesi” ile kadınlar tekrar siyasi hayata dâhil olmuş ve devlet yönetiminde söz sahibi olmuşlardır.

Günümüz Türk toplumunda zaman zaman görülen kadına karşı şiddet olayları, kadınla erkeğin tıpkı bir elmanın yarısı gibi birbirini tamamlayan parçası olduğunun şuuruna varmamış insanlar tarafından yapılan münferit olaylar olarak değerlendirilmelidir. Türk insanı, geçmişini yeniden öğrendiğinde veya gelenek-göreneklerine sahip çıktığında, Türk kadını da tarihte olduğu gibi layık olduğu yeri bulacaktır.

 

Oğuz Kağan der ki  ; "Kadının yaptığı ev yıkılmaz, kadının yıktığı ev yapılmaz..."

 

KAYNAKÇA :  

 

“Tarihî Süreç İçerisinde Türk Toplumunda ve Devletlerinde Kadının Yeri Ve Önemi.” Yrd.Doç.Dr. Ahmet AKGÜNDÜZ

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.