İsa ÖZTÜRK
Köşe Yazarı
İsa ÖZTÜRK
 

EKOMİNİ

EKOMİNİ İşsizlik, enflasyon, faiz oranı ve milli gelir gibi ekonomik göstergelerin esas alınarak hesaplandığı Dünya Sefalet Endeksi 2020 yılı değerlendirilmesinde Türkiye 156 ülke içinde 21. sırada yer aldı. Yazının başlangıcında verdiğim bu sayısal değeri görünce “ Ooo… iyiymiş 21.sıra” diye hemen sevinmeyelim. Endekste sıralamanın yükselmesi ülkede sefaletin arttığını ve ekonomin kötüye gittiğini gösteriyor. Sefalet Endeksi;  bir ülkedeki işsizlik, enflasyon ve banka kredi faizi oranlarının toplamından; kişi başına düşen reel gayrisafi yurt içi hâsıla büyümesi çıkarılarak hesaplanıyor. Amerikan John Hopkins Üniversitesi’nden ekonomist Steve H. Hanke’nin analizine göre işsizliğin yükselmesi geliri olmayanların sayısının artmasına, enflasyonun yükselmesi ise yaşamın pahalanmasına işaret ediyor. 2020 Dünya Sefalet Endeksi sıralamasında Venezuela ilk sırada yer alıyor. Güney Amerika ülkesinde 2020 enflasyonu yüzde 3 bin 713, faiz yüzde 37, işsizlik oranı yüzde 50,3 ve ekonomik küçülme yüzde 30,9 olarak hesaplandı. Venezuela’nın sefalet puanı ikinci sıradaki Zimbabve’nin yaklaşık 7 katı. Bu ülkeleri Sudan, Libya ve Surinam takip etti. 2020’de sefalet endeksinin en alt sıralarında sırasıyla Guyana, Tayvan, Katar ve Japonya yer alıyor. Sefalet endeksinin düşük olması bu ülkelerde ekonomik göstergelerin iyi olduğu anlamına geliyor. Listede yer alan Avrupa ülkeleri içinde sefalet endeksinin en yüksek olduğu ülke Türkiye oldu. Endekse göre Türkiye’de ekonomik veriler bazı Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin gerisinde. Komşuları arasında Türkiye’den daha kötü durumda olan tek ülke 92,1 puan ile 8. Sırada yer alan İran. Irak ise 39,5 puan ile 26. sırada bulunuyor. 2020 Dünya Sefalet Endeksi’nde diğer bazı ülkelerin sıralaması ise şöyle: Ermenistan (34), Etiyopya (37), Pakistan (49), Yunanistan (53), Azerbaycan (62), Mozambik (71), Bosna-Hersek (77), Rusya (94), ABD (109), Tanzanya (142), Almanya (145), Çin (152), Japonya (153), Katar (154) ve Guyana 156.  Enflasyon-faiz ilişkisinin tartışıldığı Türkiye’de liranın döviz kurları karşısında değer kaybı sürüyor. 2021 yılının Ekim ayında rekor kıran dolar kuru 9 lirayı aşmış durumda. Bu yazıyı yazdığım an itibarıyla Dolar kuru: 9,30 TL, Euro kuru ise 10,81 TL civarında. Yazım baskıya girdiğinde ve yayınlandığı an bu rakamlar ne olur? Ben dâhil kimse bunun cevabını veremiyor? Bırakın doları avroyu adını sanını duymadığımız, haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz 3. Dünya ülkelerinin paralarından bile değersiz hale geldi paramız. Tabir-i caizse paramız tüm Dünya üzerinde “pul”  oldu. Paramızın diğer ülke paralarına karşı değerini yükseltmek için uygulanacak strateji bellidir;  Tarıma, hayvancılığa, özellikle katma değeri fazla olan üretime önem verip destekleyerek ihracat rakamlarını artırmak. Ne kadar çok üretir bunu ülke dışına ihraç edersek ekonomimiz de o kadar güçlü olacak, paramızın değeri ve itibarı da kat be kat artacaktır. Özellikle 2 yıldır dünya gündeminde büyük bir sağlık krizi yaratan Korona salgını maalesef ekonomik anlamda da dünyada derin izler bıraktı. Bu dönemde sağlıktan sonra Paranın hem dünya üzerinde yaşayan insanlar hem de ülkeler açısından ne kadar önemli bir enstrüman olduğu daha da anlaşılır oldu. 1996 yılından beri özel sektörde bir seramik fabrikasında Satın Alma bölümü yetkilisiyim. Yaklaşık 25 yıl oldu. İnanın bu 25 yıl içinde hem dünya çapında hem de ülke çapında olmak üzere çok krizler, çok sıkıntılar, çok ekonomik daralmalar gördüm. Lakin 2021 yılı kadar zorlu, enerji, hammadde, ara mamul ve nakliye başta olmak üzere tüm fiyatların allak bullak olduğu ve tam bir kaos ortamı olan bir yıl görmedim. Bundan önceki yıllarda yapacağım alımlarda fiyatlar yıllık bazda ya da 6 aylık bazda belirlenir ve bu süreç içinde artmadan devam ederdi. Tedarikçinin verdiği belli bir liste olur onun üzerinden ıskontoya göre mal alımlarımızı gerçekleştirirdik. Artık kimse bu listeleri kullanmıyor. Uzun vadeli sözleşme ya da anlaşmalar yapmıyor. Çoğu sektörde tedarikçiler günlük fiyatlara geçtiler. Günlük fiyat derken onlarda TL bazında değil Avro ya da Dolar bazında. Üretimde kullanacağımız hammadde ya da malzemeyi alırken fiyat tekliflerinde vadeli satış yapan firma sayısı gittikçe azalmakta, genelde alışverişler amiyane bir tabirle “Para bir yana, mal bir yana” şeklinde gerçekleşmekte. Bunda en büyük etken haliyle dışa bağımlı bir ekonomimizin olması ve bu ekonominin parasal döngüsünün Avro/Dolar üzerinden olmasıdır. Kritik değerde olan bilhassa üretim sektörü için önem arz eden plastik hammaddesi, kereste, petrokimya ürünleri, kâğıt gibi ürünlerin Devlet eliyle de üretilmesi gerektiği kanaatindeyim. İlk etapta bunlarda dışa bağımlı olmaktan kurtulmalıyız. 2021 yılı içinde özellikle bu yazmış olduğum hammaddelerin devamlı artış göstermesi sebebiyle çok sıkıntılı günler yaşadık. Bir an önce bu konuda tedbirler almak, üretim sektörüne bu ürünleri kazandırmak ülke ekonomimize çok fayda sağlayacaktır. Global anlamda çok yükselen navlun(nakliye) fiyatlarının ekonomimiz üzerine etkisi olumsuz anlamda çok fazla oldu. Şöyle örneklersek; 2019 yılı (Pandemi öncesi) Çin üzerinden ülkemize gelen bir konteyner için yaklaşık 2000 USD navlun bedeli öderken şu an ödediğimiz navlun ne kadar biliyor musunuz? Şaşırmaya hazır olun. Tam 11000-12000 USD civarlarında… 2019 yılında hammadde nakliyesi için İstanbul’dan Kütahya’ya ödediğimiz ücret 35,00 TL/Ton iken şu an neredeyse 75,00-80,00 TL civarlarında. Akaryakıt fiyatlarına ardı ardına gelen zamlar biz üreticilere ve haliyle siz tüketicilere de olumsuz anlamda yansımakta tabiî ki… Gıdadan ilaca gübreden, tohuma, enerjiden elektroniğe kadar dışa bağımlı olmamız sorunların en büyüğü. İlkokul çağlarımızda Coğrafya ders kitaplarımızda Türkiye için “Kendi kendine yetebilen bir ülkedir” tabirini görürdük. Bu ülke, topraklarında yaşayan insanlara yetecek kadar bakliyatını, ayçiçeği yağını, zeytinyağını, sebzesini meyvesini üretip fazlasını ihraç eden bir ülke halindeydi. Bu ülke ürettiği tarımsal ürünlerin takası ile Sovyetlere, Almanlara baraj, köprü, termik santraller yaptıran bir ülke idi. Bu ülke dağlarında her türlü küçükbaş/büyükbaş hayvanların otladığı, hayvansal ürünlerin peynirin, sütün, yumurtanın bol gani şekilde üretildiği ve herkesin sıkıntıya bile girmeden alabildiği bir haldeydi. Fakir fukaranın yemeği olarak görülen kuru fasulyeyi bile alamayan insanlar var şu an bu ülkede. Zorunlu ihtiyaç olan gıda maddelerindeki fiyat artışlarına yetişmek mümkün değil.  Biz nasıl oldu da 1 kg. peyniri, 1 kg. ayçiçeği yağını, 1 kg tereyağını bile alırken ince hesaplar yapar olduk?  İnsanımız nasıl bu kadar aciz bir hale düşürüldü? Türkiye için Global kredi derecelendirme ve değerlendirme kuruluşlarının makroekonomi konusunda kanıtlanmış bilimsel doğrularına ve verilerine ideolojik bir zihniyetle karşı çıkıp bu uyarıları dikkate almamak, sorunları çözmek yerine ideolojik bir şekilde yaklaşmak ülkemizi atıl hale getirmekte ve sorunların daha da büyümesine yol açmaktadır. Bu ülkemiz için zaman kaybıdır. Ve zaman bu ülkenin aleyhine işlemektedir. Devekuşu gibi başımızı toprağa gömmekle sorunların üstesinden gelemeyiz. Yaklaşık brüt rakamlara göre 450 milyar dolar dış borç, çift haneli enflasyon ve işsizlik oranlarının olduğu bir ekonomiyi toparlamak üretim, tarım, hayvancılık ve sanayi yatırımlarının arttırılmasıyla sağlanabilir. Ve bu yatırımlar kısa vadede de çok etkili olmayacaktır. Meyvesini almak uzun yıllar alacaktır. Bu konuda yapılan her gecikme ve geç kalınan gün ekonomimizin tabutuna çakılan bir çivi olacaktır. İnandırıcı, akılcı, gerçekçi ve doğru ekonomi politikalarının ve ciddi bir programın ortaya konulması şarttır. Bunu uygulayacak ekonomi yönetiminin de inandırıcılığını kaybetmemiş, yıpranmamış olması fayda sağlayacaktır. Ekonomi konusunda en önemli olgu liyakattir. Merkez Bankası başkan ya da Başkan yardımcılarını değiştirerek bir yere varamayacağımız apaçık ortaya çıkmıştır. Zaten denkleme aynı verileri girip farklı sonuçlar beklemek abesle iştigaldir. Ekonominin düzelmesi uzun vadeli,  ülkeye katma değer sağlayacak stratejik ve bilimsel metotlarla yapılan yatırımlara ve sonucunda değer kazanacak Türk Lirasına bağlıdır. Hatta bu gerçekten sıkıntılı ve kanayan yara olan sorunumuz için birlik beraberlik duygularıyla siyaset üstü liyakatli kişilerden oluşan bir “Ekonomik Danışma ve Düzenleme Kurulu” nun kısa zamanda oluşturulması çok büyük fayda sağlayacaktır. Bunları yapmazsak ne mi olur? “Şahlanan!!! bir ekonomimiz” yerine nur topu gibi bir “Ekomini” miz olacaktır. Sağlıkla kalın…    

EKOMİNİ

EKOMİNİ

İşsizlik, enflasyon, faiz oranı ve milli gelir gibi ekonomik göstergelerin esas alınarak hesaplandığı Dünya Sefalet Endeksi 2020 yılı değerlendirilmesinde Türkiye 156 ülke içinde 21. sırada yer aldı.

Yazının başlangıcında verdiğim bu sayısal değeri görünce “ Ooo… iyiymiş 21.sıra” diye hemen sevinmeyelim. Endekste sıralamanın yükselmesi ülkede sefaletin arttığını ve ekonomin kötüye gittiğini gösteriyor.

Sefalet Endeksi;  bir ülkedeki işsizlik, enflasyon ve banka kredi faizi oranlarının toplamından; kişi başına düşen reel gayrisafi yurt içi hâsıla büyümesi çıkarılarak hesaplanıyor.

Amerikan John Hopkins Üniversitesi’nden ekonomist Steve H. Hanke’nin analizine göre işsizliğin yükselmesi geliri olmayanların sayısının artmasına, enflasyonun yükselmesi ise yaşamın pahalanmasına işaret ediyor.

2020 Dünya Sefalet Endeksi sıralamasında Venezuela ilk sırada yer alıyor. Güney Amerika ülkesinde 2020 enflasyonu yüzde 3 bin 713, faiz yüzde 37, işsizlik oranı yüzde 50,3 ve ekonomik küçülme yüzde 30,9 olarak hesaplandı.

Venezuela’nın sefalet puanı ikinci sıradaki Zimbabve’nin yaklaşık 7 katı.

Bu ülkeleri Sudan, Libya ve Surinam takip etti. 2020’de sefalet endeksinin en alt sıralarında sırasıyla Guyana, Tayvan, Katar ve Japonya yer alıyor.

Sefalet endeksinin düşük olması bu ülkelerde ekonomik göstergelerin iyi olduğu anlamına geliyor.

Listede yer alan Avrupa ülkeleri içinde sefalet endeksinin en yüksek olduğu ülke Türkiye oldu. Endekse göre Türkiye’de ekonomik veriler bazı Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin gerisinde.

Komşuları arasında Türkiye’den daha kötü durumda olan tek ülke 92,1 puan ile 8. Sırada yer alan İran. Irak ise 39,5 puan ile 26. sırada bulunuyor.

2020 Dünya Sefalet Endeksi’nde diğer bazı ülkelerin sıralaması ise şöyle: Ermenistan (34), Etiyopya (37), Pakistan (49), Yunanistan (53), Azerbaycan (62), Mozambik (71), Bosna-Hersek (77), Rusya (94), ABD (109), Tanzanya (142), Almanya (145), Çin (152), Japonya (153), Katar (154) ve Guyana 156.

 Enflasyon-faiz ilişkisinin tartışıldığı Türkiye’de liranın döviz kurları karşısında değer kaybı sürüyor. 2021 yılının Ekim ayında rekor kıran dolar kuru 9 lirayı aşmış durumda. Bu yazıyı yazdığım an itibarıyla Dolar kuru: 9,30 TL, Euro kuru ise 10,81 TL civarında. Yazım baskıya girdiğinde ve yayınlandığı an bu rakamlar ne olur? Ben dâhil kimse bunun cevabını veremiyor? Bırakın doları avroyu adını sanını duymadığımız, haritada yerini bile gösteremeyeceğimiz 3. Dünya ülkelerinin paralarından bile değersiz hale geldi paramız. Tabir-i caizse paramız tüm Dünya üzerinde “pul”  oldu.

Paramızın diğer ülke paralarına karşı değerini yükseltmek için uygulanacak strateji bellidir;  Tarıma, hayvancılığa, özellikle katma değeri fazla olan üretime önem verip destekleyerek ihracat rakamlarını artırmak. Ne kadar çok üretir bunu ülke dışına ihraç edersek ekonomimiz de o kadar güçlü olacak, paramızın değeri ve itibarı da kat be kat artacaktır. Özellikle 2 yıldır dünya gündeminde büyük bir sağlık krizi yaratan Korona salgını maalesef ekonomik anlamda da dünyada derin izler bıraktı. Bu dönemde sağlıktan sonra Paranın hem dünya üzerinde yaşayan insanlar hem de ülkeler açısından ne kadar önemli bir enstrüman olduğu daha da anlaşılır oldu.

1996 yılından beri özel sektörde bir seramik fabrikasında Satın Alma bölümü yetkilisiyim. Yaklaşık 25 yıl oldu. İnanın bu 25 yıl içinde hem dünya çapında hem de ülke çapında olmak üzere çok krizler, çok sıkıntılar, çok ekonomik daralmalar gördüm. Lakin 2021 yılı kadar zorlu, enerji, hammadde, ara mamul ve nakliye başta olmak üzere tüm fiyatların allak bullak olduğu ve tam bir kaos ortamı olan bir yıl görmedim. Bundan önceki yıllarda yapacağım alımlarda fiyatlar yıllık bazda ya da 6 aylık bazda belirlenir ve bu süreç içinde artmadan devam ederdi. Tedarikçinin verdiği belli bir liste olur onun üzerinden ıskontoya göre mal alımlarımızı gerçekleştirirdik. Artık kimse bu listeleri kullanmıyor. Uzun vadeli sözleşme ya da anlaşmalar yapmıyor. Çoğu sektörde tedarikçiler günlük fiyatlara geçtiler. Günlük fiyat derken onlarda TL bazında değil Avro ya da Dolar bazında. Üretimde kullanacağımız hammadde ya da malzemeyi alırken fiyat tekliflerinde vadeli satış yapan firma sayısı gittikçe azalmakta, genelde alışverişler amiyane bir tabirle “Para bir yana, mal bir yana” şeklinde gerçekleşmekte. Bunda en büyük etken haliyle dışa bağımlı bir ekonomimizin olması ve bu ekonominin parasal döngüsünün Avro/Dolar üzerinden olmasıdır.

Kritik değerde olan bilhassa üretim sektörü için önem arz eden plastik hammaddesi, kereste, petrokimya ürünleri, kâğıt gibi ürünlerin Devlet eliyle de üretilmesi gerektiği kanaatindeyim. İlk etapta bunlarda dışa bağımlı olmaktan kurtulmalıyız. 2021 yılı içinde özellikle bu yazmış olduğum hammaddelerin devamlı artış göstermesi sebebiyle çok sıkıntılı günler yaşadık. Bir an önce bu konuda tedbirler almak, üretim sektörüne bu ürünleri kazandırmak ülke ekonomimize çok fayda sağlayacaktır.

Global anlamda çok yükselen navlun(nakliye) fiyatlarının ekonomimiz üzerine etkisi olumsuz anlamda çok fazla oldu. Şöyle örneklersek; 2019 yılı (Pandemi öncesi) Çin üzerinden ülkemize gelen bir konteyner için yaklaşık 2000 USD navlun bedeli öderken şu an ödediğimiz navlun ne kadar biliyor musunuz? Şaşırmaya hazır olun. Tam 11000-12000 USD civarlarında…

2019 yılında hammadde nakliyesi için İstanbul’dan Kütahya’ya ödediğimiz ücret 35,00 TL/Ton iken şu an neredeyse 75,00-80,00 TL civarlarında. Akaryakıt fiyatlarına ardı ardına gelen zamlar biz üreticilere ve haliyle siz tüketicilere de olumsuz anlamda yansımakta tabiî ki…

Gıdadan ilaca gübreden, tohuma, enerjiden elektroniğe kadar dışa bağımlı olmamız sorunların en büyüğü. İlkokul çağlarımızda Coğrafya ders kitaplarımızda Türkiye için “Kendi kendine yetebilen bir ülkedir” tabirini görürdük. Bu ülke, topraklarında yaşayan insanlara yetecek kadar bakliyatını, ayçiçeği yağını, zeytinyağını, sebzesini meyvesini üretip fazlasını ihraç eden bir ülke halindeydi. Bu ülke ürettiği tarımsal ürünlerin takası ile Sovyetlere, Almanlara baraj, köprü, termik santraller yaptıran bir ülke idi. Bu ülke dağlarında her türlü küçükbaş/büyükbaş hayvanların otladığı, hayvansal ürünlerin peynirin, sütün, yumurtanın bol gani şekilde üretildiği ve herkesin sıkıntıya bile girmeden alabildiği bir haldeydi. Fakir fukaranın yemeği olarak görülen kuru fasulyeyi bile alamayan insanlar var şu an bu ülkede. Zorunlu ihtiyaç olan gıda maddelerindeki fiyat artışlarına yetişmek mümkün değil.  Biz nasıl oldu da 1 kg. peyniri, 1 kg. ayçiçeği yağını, 1 kg tereyağını bile alırken ince hesaplar yapar olduk?  İnsanımız nasıl bu kadar aciz bir hale düşürüldü?

Türkiye için Global kredi derecelendirme ve değerlendirme kuruluşlarının makroekonomi konusunda kanıtlanmış bilimsel doğrularına ve verilerine ideolojik bir zihniyetle karşı çıkıp bu uyarıları dikkate almamak, sorunları çözmek yerine ideolojik bir şekilde yaklaşmak ülkemizi atıl hale getirmekte ve sorunların daha da büyümesine yol açmaktadır. Bu ülkemiz için zaman kaybıdır. Ve zaman bu ülkenin aleyhine işlemektedir. Devekuşu gibi başımızı toprağa gömmekle sorunların üstesinden gelemeyiz.

Yaklaşık brüt rakamlara göre 450 milyar dolar dış borç, çift haneli enflasyon ve işsizlik oranlarının olduğu bir ekonomiyi toparlamak üretim, tarım, hayvancılık ve sanayi yatırımlarının arttırılmasıyla sağlanabilir. Ve bu yatırımlar kısa vadede de çok etkili olmayacaktır. Meyvesini almak uzun yıllar alacaktır. Bu konuda yapılan her gecikme ve geç kalınan gün ekonomimizin tabutuna çakılan bir çivi olacaktır.

İnandırıcı, akılcı, gerçekçi ve doğru ekonomi politikalarının ve ciddi bir programın ortaya konulması şarttır. Bunu uygulayacak ekonomi yönetiminin de inandırıcılığını kaybetmemiş, yıpranmamış olması fayda sağlayacaktır. Ekonomi konusunda en önemli olgu liyakattir. Merkez Bankası başkan ya da Başkan yardımcılarını değiştirerek bir yere varamayacağımız apaçık ortaya çıkmıştır. Zaten denkleme aynı verileri girip farklı sonuçlar beklemek abesle iştigaldir. Ekonominin düzelmesi uzun vadeli,  ülkeye katma değer sağlayacak stratejik ve bilimsel metotlarla yapılan yatırımlara ve sonucunda değer kazanacak Türk Lirasına bağlıdır.

Hatta bu gerçekten sıkıntılı ve kanayan yara olan sorunumuz için birlik beraberlik duygularıyla siyaset üstü liyakatli kişilerden oluşan bir “Ekonomik Danışma ve Düzenleme Kurulu” nun kısa zamanda oluşturulması çok büyük fayda sağlayacaktır.

Bunları yapmazsak ne mi olur?

“Şahlanan!!! bir ekonomimiz” yerine nur topu gibi bir “Ekomini” miz olacaktır.

Sağlıkla kalın…

 

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.