İsa ÖZTÜRK
Köşe Yazarı
İsa ÖZTÜRK
 

Nerede o eski Ramazanlar

Ramazan ayı, kültürümüzde oldukça önemli bir yere sahip. On bir ayın sultanı olarak nitelendirdiğimiz Ramazan ayı geldiğinde maddi ve manevi güzellikler bir arada yaşanır, sevgi, hoşgörü ve dayanışma gibi insanı insan yapan olumlu hissiyatlar daha bir ön plana çıkar. Yaptığımız ibadetlerle dini açıdan taşıdığı önemle Ramazan ayını bir nevi arınmayı da sağlayan manevi bir detoks olarak da görebiliriz. Mübarek ayın hazzı ve huşusu gerçekten insanları etkilemekte, tutulan oruçlar ve yapılan ibadetlerin yanı sıra sosyal hayatta insanlar daha hoşgörülü, daha yardımsever ve daha çekilebilir hale gelmekte. Ekseninden kayan insanlığın eksene tam oturmasa da yaklaştığı zamanlar.. Geçmişe özlemin daha da çok arttığı bugünlerde büyüklerimizin “Nerede o eski Ramazanlar” diye iç geçirdiği eski Ramazanları irdeleyelim bakalım. Çocukluğuma doğru geri döndüğümde Ramazan ayı başlamadan hazırlıkların ve alışverişlerin hummalı şekilde yapıldığı günler aklıma geliyor. O dönemlerde malum her adımda “üç harfli marketler” ya da tabiri caizse “Gross marketler, hipermarketler” yoktu. Gıda maddelerine ulaşmak o kadar kolay değildi. Benim ilk aklıma gelen birkaç gün önceden konu komşu kadınların toplanarak sac üzerinde pişirdikleri kat kat kuru yufkalar..Pişirilen  o kuru yufkalar ufalanıp, ovularak torbalara konulurdu. Sahur zamanı geldiğinde kuru yufka tepsiye ya da tabağa konulur üzerine o gün için ne varsa et suyu, tavuk suyu ya da kavrulmuş kıyma dökülür ve ortadan ailece yenirdi. Yine Sahurda tiridin yanında yenilen hoşaf için mevsimine göre vişne, elma, erik gibi meyveler kurutulurdu. Renk renk biberler kurutulmak için adeta kolye gibi tüm balkonları süslerdi. Sahurların vazgeçilmez yiyeceklerinden biri de haşhaşlı, ıspanaklı, peynirli gözlemeler idi. Annelerimiz hemen sahura yakın hamuru büyük bir ustalıkla açar ve sıcak sıcak gözlemeleri sahura yetiştirirdi. Gündüzleri ise oruç olmamıza rağmen Ağustos ayının sıcağında top peşinde deli gibi koştuğumuz günleri hatırlıyorum. Su içemezdik ama en yakın çeşmeden buz gibi suyla yüzümüzü ve kafamızı yıkardık. İftar saatine doğru da elimizde bidonla aynı çeşmede su sırasında olurduk. Damacana su yoktu, maksat hem oruç eylemek hem de iftarda buz gibi su içmekti. En büyük zevklerimizden biri de elimize verilen gazete ya da kartonla pide fırınına yollanmaktı. Herkes kendine özel sıcak pide alma ihtiyacında olduğu için fırın çok kalabalık olurdu. Fırıncı ya da kürekçi tanıdığınız değilse saatlerce sırada beklemeniz olağandı ama ne olursa olsun o sıcak pide iftara yetişirdi. Kimi bol susamlı, kimi yumurtalı, kimi “cıbıl” denen susamsız pideler. Kiminin üstünde isim yazılı bir kağıt, kiminin üzerinde yumurta kabuğu, kiminin üzerinde ise bütün bir yeşil biber olurdu. Pide önemliydi, istediğiniz gibi olmalıydı. İsteğinize göre uzun ya da yuvarlak olmazsa keyfiniz kaçardı. Dürüp bıkıp poşete koyamazdınız. Kollarınız önde elinizde adeta bir gelinlik taşıyor edasıyla taşımanız gerekirdi. Akşam ezanını ya da iftar topunu illaki sokakta beklerdik.  İftar öncesi cıvıl cıvıl olan sokaklarda ezan sonrası in cin top oynardı. Sakinlik, sükunet ve huzur içinde açılan oruçlar, neşeli kahkahalar eşliğinde çatal bıçak sesleri.. İftar sonrası gene sokaklar, saklambaç, uzun eşek, çeşitli oyunlar.. Arada bir gidilen teravih namazları ve namazda gülüşmeler, kıkırdamalar, el şakaları..Sıkılınca da namaz bitmeden camiden firar.. Doya doya su gibi geçen bir aydı bizim için.. Pide kuyruğunda beklerken memleket meselelerini, Fenerbahçe’yi Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı büyüklerimizden dinlemekti.. Ramazan ayı özgürlüktü, eve ekmek götürmekti, sorumluluktu, yeri geldi mi ibadet, yeri geldi mi de haylazlıktı bizim için.. Kuran kursunda ezber yapmadığımız için sopa yemekti.. Zillere basıp basıp kaçmaktı.. Sokak sokak; ey küpecik küpecik yağdan baldan küpecikti, üç kuruş harçlıktı.. Gece gece mani söyleyerek gezen davulcunun köşe başında belirmesini camda beklemekti.. Yardımlaşmaydı, büyüklere saygıydı. Fırına gidince Ayşe teyzenin pidesini de alıvermekti.. İhtiyaç sahiplerine gizliden gizliye yardımdı, göze sokmamaktı, borçlunun borcunu bakkaldan sildirmekti.. Oruç boyunca aç ama sofrada gözümüz toktu..Mütevazi sofralarda tasarruftu. Evet; bir başka olurdu eski Ramazanlar.Şimdi her Ramazan bir evvelkinden farklı olarak yaşanıyor. O manevi huzur ve neşe her sene azalıyor. Aslında Ramazanlar hiç değişmiyor, değişen tek şey var O da BİZİZ… Hayırlı Ramazanlar. Sağlıkla kalın..  

Nerede o eski Ramazanlar

Ramazan ayı, kültürümüzde oldukça önemli bir yere sahip. On bir ayın sultanı olarak nitelendirdiğimiz Ramazan ayı geldiğinde maddi ve manevi güzellikler bir arada yaşanır, sevgi, hoşgörü ve dayanışma gibi insanı insan yapan olumlu hissiyatlar daha bir ön plana çıkar. Yaptığımız ibadetlerle dini açıdan taşıdığı önemle Ramazan ayını bir nevi arınmayı da sağlayan manevi bir detoks olarak da görebiliriz. Mübarek ayın hazzı ve huşusu gerçekten insanları etkilemekte, tutulan oruçlar ve yapılan ibadetlerin yanı sıra sosyal hayatta insanlar daha hoşgörülü, daha yardımsever ve daha çekilebilir hale gelmekte. Ekseninden kayan insanlığın eksene tam oturmasa da yaklaştığı zamanlar..

Geçmişe özlemin daha da çok arttığı bugünlerde büyüklerimizin “Nerede o eski Ramazanlar” diye iç geçirdiği eski Ramazanları irdeleyelim bakalım.

Çocukluğuma doğru geri döndüğümde Ramazan ayı başlamadan hazırlıkların ve alışverişlerin hummalı şekilde yapıldığı günler aklıma geliyor. O dönemlerde malum her adımda “üç harfli marketler” ya da tabiri caizse “Gross marketler, hipermarketler” yoktu. Gıda maddelerine ulaşmak o kadar kolay değildi. Benim ilk aklıma gelen birkaç gün önceden konu komşu kadınların toplanarak sac üzerinde pişirdikleri kat kat kuru yufkalar..Pişirilen  o kuru yufkalar ufalanıp, ovularak torbalara konulurdu. Sahur zamanı geldiğinde kuru yufka tepsiye ya da tabağa konulur üzerine o gün için ne varsa et suyu, tavuk suyu ya da kavrulmuş kıyma dökülür ve ortadan ailece yenirdi. Yine Sahurda tiridin yanında yenilen hoşaf için mevsimine göre vişne, elma, erik gibi meyveler kurutulurdu. Renk renk biberler kurutulmak için adeta kolye gibi tüm balkonları süslerdi. Sahurların vazgeçilmez yiyeceklerinden biri de haşhaşlı, ıspanaklı, peynirli gözlemeler idi. Annelerimiz hemen sahura yakın hamuru büyük bir ustalıkla açar ve sıcak sıcak gözlemeleri sahura yetiştirirdi.

Gündüzleri ise oruç olmamıza rağmen Ağustos ayının sıcağında top peşinde deli gibi koştuğumuz günleri hatırlıyorum. Su içemezdik ama en yakın çeşmeden buz gibi suyla yüzümüzü ve kafamızı yıkardık. İftar saatine doğru da elimizde bidonla aynı çeşmede su sırasında olurduk. Damacana su yoktu, maksat hem oruç eylemek hem de iftarda buz gibi su içmekti. En büyük zevklerimizden biri de elimize verilen gazete ya da kartonla pide fırınına yollanmaktı. Herkes kendine özel sıcak pide alma ihtiyacında olduğu için fırın çok kalabalık olurdu. Fırıncı ya da kürekçi tanıdığınız değilse saatlerce sırada beklemeniz olağandı ama ne olursa olsun o sıcak pide iftara yetişirdi. Kimi bol susamlı, kimi yumurtalı, kimi “cıbıl” denen susamsız pideler. Kiminin üstünde isim yazılı bir kağıt, kiminin üzerinde yumurta kabuğu, kiminin üzerinde ise bütün bir yeşil biber olurdu. Pide önemliydi, istediğiniz gibi olmalıydı. İsteğinize göre uzun ya da yuvarlak olmazsa keyfiniz kaçardı. Dürüp bıkıp poşete koyamazdınız. Kollarınız önde elinizde adeta bir gelinlik taşıyor edasıyla taşımanız gerekirdi.

Akşam ezanını ya da iftar topunu illaki sokakta beklerdik.  İftar öncesi cıvıl cıvıl olan sokaklarda ezan sonrası in cin top oynardı. Sakinlik, sükunet ve huzur içinde açılan oruçlar, neşeli kahkahalar eşliğinde çatal bıçak sesleri..

İftar sonrası gene sokaklar, saklambaç, uzun eşek, çeşitli oyunlar..

Arada bir gidilen teravih namazları ve namazda gülüşmeler, kıkırdamalar, el şakaları..Sıkılınca da namaz bitmeden camiden firar..

Doya doya su gibi geçen bir aydı bizim için..

Pide kuyruğunda beklerken memleket meselelerini, Fenerbahçe’yi Galatasaray’ı, Beşiktaş’ı büyüklerimizden dinlemekti..

Ramazan ayı özgürlüktü, eve ekmek götürmekti, sorumluluktu, yeri geldi mi ibadet, yeri geldi mi de haylazlıktı bizim için..

Kuran kursunda ezber yapmadığımız için sopa yemekti..

Zillere basıp basıp kaçmaktı..

Sokak sokak; ey küpecik küpecik yağdan baldan küpecikti, üç kuruş harçlıktı..

Gece gece mani söyleyerek gezen davulcunun köşe başında belirmesini camda beklemekti..

Yardımlaşmaydı, büyüklere saygıydı. Fırına gidince Ayşe teyzenin pidesini de alıvermekti..

İhtiyaç sahiplerine gizliden gizliye yardımdı, göze sokmamaktı, borçlunun borcunu bakkaldan sildirmekti..

Oruç boyunca aç ama sofrada gözümüz toktu..Mütevazi sofralarda tasarruftu.

Evet; bir başka olurdu eski Ramazanlar.Şimdi her Ramazan bir evvelkinden farklı olarak yaşanıyor. O manevi huzur ve neşe her sene azalıyor.

Aslında Ramazanlar hiç değişmiyor, değişen tek şey var O da BİZİZ

Hayırlı Ramazanlar.

Sağlıkla kalın..

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.