İsa ÖZTÜRK
Köşe Yazarı
İsa ÖZTÜRK
 

Maziden Esintiler

Kütahya'mızın bugünkü durumu ve gelecekteki yerini konuşuyoruz hep...    Ben biraz sizlere eskilerden bahsedeyim en iyisi, benim kuşağımdan olan kişiler bu yazıda belki kendilerinden çok şeyler bulacaklardır, belki o günlere geri dönmeyi isteyeceklerdir ya da o günleri hiç hatırlamak istemeyeceklerdir. Yeni kuşak ise bu yazım sayesinde eski Kütahya hakkında bir nebze fikir elde edip, hayal güçleriyle o zamanları biraz olsun gözlerinde canlandırabilir...    Benim çocukluğum ülkede tam bir siyasi karmaşa olduğu dönemlere denk gelir. 80 öncesi dönemlere...    O yıllarda yaşananlar; insanların sağ ve sol olarak kutuplaştığı ama bu dönemde yaşanan kutuplaşmalar gibi kaypakça olmadığı, menfaatlerin ön plana çıkmadığı, mertçe, bir ideal uğruna, canı pahasına savunulan siyasi fikirler ve görüşler etrafında idi. O dönemlerde memurlar, polisler hükümetin siyasi görüşüne göre ya ödüllendirilirdi ya da sürülürdü. Böyle bir siyasi ortamda ülke de maalesef çok geri kalmıştı. Terör ve anarşi yüzünden ülkede ve Kütahya'da karaborsacılık almış başını gitmişti. Çay, şeker, kahve, sigara, tüp, gazyağı, pirinç hatta ekmek bulmak bile imkânsızdı.   Babam rahmetli sigara, kahve ve çay tiryakisi idi. Sigaralarını ben isim vererek Dönenler camii önündeki bir seyyar köfteciden alırdım, adam köfte arabasının altındaki seccadenin altından alır ve gazeteye sarıp verirdi, öyle uluorta sigara paketini taşıyamazdınız.   Belediye önünde tüp sırası beklerdik, ha şimdi gelecek ha akşam gelecek derken saatlerce orada beklerdik. Tüp gelince ne sıra kalırdı ne de bir şey... Herkes yağmalarcasına arabaya saldırırdı.    O döneme ait yazılacak çok şey var aslında ama sayfalar sürer...    Neyse o dönemlerde çöp arabaları tek atlı arabadan ibaretti, arkasında tahta bir kasa, çöpler, soba külleri küflü tenekelerden oraya dökülürdü, Atların sahnede olduğu başka bir yerde faytonlardı. Arkasına asılır ve fayton sahibinin arkaya doğru fırlattığı kırbacının tadını illa ki tadardık.    Kütahya Fuar otobüsleri yanlış hatırlamıyorsam şu an Azerbaycan parkı olan yerden kalkardı. Orada sıra sıra lokantalar, kahvehane ve Roma dondurmacısı vardı. Fuara giderken illa o Roma dondurmacısından külahta ya da renkli plastik kaplarda renkli plastik kaşıklarla yenilen dondurmadan alırdık.    Şu an insanların yaya olarak sığamadığı Cumhuriyet Caddesi (Sevgi yolu) gidiş-geliş araç trafiğine açıktı.    Taksiler damalı ve renk renkti, taksimetreler aracın aynasının yanındaydı.    Pazar yeri Menderes caddesinde kurulurdu ve pazar kurulduğu günlerde yol araç trafiğine kapatılırdı.    EvKur binasının olduğu yerde sıra sıra kuruyemiş dükkânları ve kuru kahveciler vardı. Dükkân önlerinde çuvallarla çekirdekler, leblebiler...   Menderes Caddesi ve İstasyon Caddesi çok hareketli ve işlek değildi.    Otobüsler kırmızı MAN' dı, belli başlı hatlar E. Çelebi –Yenidoğan, İstasyon -Bahçelievler, Karapınar- (Şimdiki Osmangazi)-G. Efendi vb. gibiydi. Sonradan minibüs hatları kuruldu, minibüslerin çoğunluğu renk renk Ford markaydı. Üstlerinde demirden yapılma bagajları, arkalarında o bagaja tırmanmak için merdivenleri vardı. Minibüs dolunca insanlar o iki merdivene dikilerek orada seyahat ederdi.    Sultanbağı Deresi'nin üzeri kapalı değildi, üzerinde tahta köprüler vardı, keza şu an Belediye İşhanı'ndan Balıklı 'ya doğru giden yol da açık dereydi. O derelerin üstü sonradan kapatıldı.    Şu anki Atatürk Bulvarı o dönemde müstakil evlerin olduğu küçük bir caddeydi. Sabah ve akşam saatlerinde trafikte yeşil yeşil otobüsler görürdünüz. Azot Fabrikası işçi servislerini… Biraz imrenirdim açıkçası onlara, işçi ve memurların aileleri de o servisleri kullanırdı ve sanki bana bu çok büyük bir sosyal statü farkı gibi gelirdi.    Otobüslerde, kahvelerde, hastanelerde her yerde insanlar fosur fosur sigara içerdi.    Şehrin ileri gelenleri çocuklarını Kütahya Lisesi veya Atatürk Lisesi'ne kayıt ettirirdi. Bu iki okul arasında özellikle Basketbol başta olmak üzere her alanda bir rekabet söz konusuydu.    Şimdiki gibi her yer kafe, restoran ya da pastane değildi. Alternatifiniz yoktu; ya Petek Pastanesine gidecektiniz, ya Arı, ya da Dilek…   Yemek mi yiyeceksiniz; ya Kervan, ya Sadettin, ya Ali Baba Lokantası…   Telefon cebinizden çıkarılıp aranmazdı, yazdırıp sıranızı beklerdiniz Postahanede. Mektup atardınız, e-mail ya da mesaj değil. Telgraf çekerdiniz. Postanenin karşısında sıra sıra kartpostalcılardan kart seçip arkasını yazıp gönderirdiniz.    Okul sonrası Şu anki 30 Ağustos İlkokulunun önüne derme çatma tahtalarla yaptığınız sandığınızla gidip ayakkabı boyardınız. Ücret ise ”ne verirsen ver abi” olurdu… Boya yaparken karnınız acıktığı zaman hemen Ulucami yanında lokantalardan yarım ekmek arası, kuru fasulye alıp yerdiniz. Ve inanın onun lezzeti hala damaklarımdadır. Bence Dünyanın en keyifli öğle yemeği menüsüydü. Parmaklarımız simsiyah ayakkabı boyası olurdu ve o ellerle o ekmeği öyle iştahlı yerdik ki...   Bakkallar bardak ölçüsüyle sattığı çekirdeği gazete kâğıdından yapılmış külahlara koyardı, bisküvi pakette değil açıkta satılırdı, iki bisküvi arası lokum güzel bir lezzetti, yoğurt almaya bakkala kabınızla giderdiniz. Bakkal darasını alıp tepsiden yoğurdu kabınızla tartardı. Has meyve suyu, Uludağ Elvan gazozu, Schweppes Kınık sodası içtik. Gazoz kapakları toplayıp koleksiyon yapıp onlarla oynardık, sonradan bilyeler çıktı, bilye oynamaya başladık.   Zemini ıslatıp çivi oynadık. Futbol topu olan çocuk ne kadar kötü oynasa da mecburen oynatılırdı, top kıymetliydi, auta atan gider alırdı, üç korner bir penaltıydı…   Çikletlerden çıkan hayvan ya da otomobil resimlerini duvardan birbirinin üzerine düşürüp rakibin kartlarını almaya çalışırdık. Üç tane rulman ( bilye ) bulmak için günlerce uğraşırdık, sebebi ise kendimize tahtadan bilye tekerlekli arabalar yapmaktı. Biraz para kazanmak isterseniz tekeri dört yapıp arabanızı pazar yerinde eşya taşıma işinde kullanabilirdiniz.  Kitaplar o dönemde okullarda dağıtılmıyordu, bazen günlerce aradığınız kitabı bulamadığınız olurdu, olan kırtasiyelerde ise saatlerce sırada beklemek kaderinizdi. Cicili, bicili kalemlerimiz silgilerimiz yoktu. Silgi değerliydi, hoplar zıplar kaybolurdu, boyna iple bağlamak lazım gelirdi. Defterler ofset baskılı takvim yapraklarıyla kaplanırdı. Eskişehir'e gidecekseniz ya Kara Şevelli ya da Kütahya As Tur'u tercih edecektiniz. Yer olmaz ise ayakta gitmeye razı olurdunuz.    Cep telefonumuz navigasyonumuz yoktu ama adres bulmakta herkes pek bir mahirdi.    Sevgilimizi, ailemizi, eşimizi dostumuzu cebimizdeki üzerinde PTT yazan ve metal kokusunu ellerimizin her yerinde hissettiğimiz jetonlarla sarı telefon kulübelerinden yapardık.    Okuldan kaçıp sinemaya gidecekseniz adres belliydi, ya Hülya Sineması ya da Saray Sineması. Toplu kaçışlarda okul idaresi sinemalara baskın düzenleyip tüm kaçakları disipline verirdi…   Yazılacak o kadar çok şey var ki…    Sürç-i lisan ettim ise affola, yanlış bilgiler, yer isimleri ve zamanlama hatalarım için beni bağışlayın lütfen.   Burada kullanılan ticari işletmelerin çoğu şu anda yok maalesef.    Hiçbir şeyimiz yoktu ama herşeyimiz vardı…   Keşke o günlere geri dönme şansımız olsaydı...

Maziden Esintiler

Kütahya'mızın bugünkü durumu ve gelecekteki yerini konuşuyoruz hep... 

 

Ben biraz sizlere eskilerden bahsedeyim en iyisi, benim kuşağımdan olan kişiler bu yazıda belki kendilerinden çok şeyler bulacaklardır, belki o günlere geri dönmeyi isteyeceklerdir ya da o günleri hiç hatırlamak istemeyeceklerdir. Yeni kuşak ise bu yazım sayesinde eski Kütahya hakkında bir nebze fikir elde edip, hayal güçleriyle o zamanları biraz olsun gözlerinde canlandırabilir... 

 

Benim çocukluğum ülkede tam bir siyasi karmaşa olduğu dönemlere denk gelir. 80 öncesi dönemlere... 

 

O yıllarda yaşananlar; insanların sağ ve sol olarak kutuplaştığı ama bu dönemde yaşanan kutuplaşmalar gibi kaypakça olmadığı, menfaatlerin ön plana çıkmadığı, mertçe, bir ideal uğruna, canı pahasına savunulan siyasi fikirler ve görüşler etrafında idi. O dönemlerde memurlar, polisler hükümetin siyasi görüşüne göre ya ödüllendirilirdi ya da sürülürdü. Böyle bir siyasi ortamda ülke de maalesef çok geri kalmıştı. Terör ve anarşi yüzünden ülkede ve Kütahya'da karaborsacılık almış başını gitmişti. Çay, şeker, kahve, sigara, tüp, gazyağı, pirinç hatta ekmek bulmak bile imkânsızdı.

 

Babam rahmetli sigara, kahve ve çay tiryakisi idi. Sigaralarını ben isim vererek Dönenler camii önündeki bir seyyar köfteciden alırdım, adam köfte arabasının altındaki seccadenin altından alır ve gazeteye sarıp verirdi, öyle uluorta sigara paketini taşıyamazdınız.

 

Belediye önünde tüp sırası beklerdik, ha şimdi gelecek ha akşam gelecek derken saatlerce orada beklerdik. Tüp gelince ne sıra kalırdı ne de bir şey... Herkes yağmalarcasına arabaya saldırırdı. 

 

O döneme ait yazılacak çok şey var aslında ama sayfalar sürer... 

 

Neyse o dönemlerde çöp arabaları tek atlı arabadan ibaretti, arkasında tahta bir kasa, çöpler, soba külleri küflü tenekelerden oraya dökülürdü, Atların sahnede olduğu başka bir yerde faytonlardı. Arkasına asılır ve fayton sahibinin arkaya doğru fırlattığı kırbacının tadını illa ki tadardık. 

 

Kütahya Fuar otobüsleri yanlış hatırlamıyorsam şu an Azerbaycan parkı olan yerden kalkardı. Orada sıra sıra lokantalar, kahvehane ve Roma dondurmacısı vardı. Fuara giderken illa o Roma dondurmacısından külahta ya da renkli plastik kaplarda renkli plastik kaşıklarla yenilen dondurmadan alırdık. 

 

Şu an insanların yaya olarak sığamadığı Cumhuriyet Caddesi (Sevgi yolu) gidiş-geliş araç trafiğine açıktı. 

 

Taksiler damalı ve renk renkti, taksimetreler aracın aynasının yanındaydı. 

 

Pazar yeri Menderes caddesinde kurulurdu ve pazar kurulduğu günlerde yol araç trafiğine kapatılırdı. 

 

EvKur binasının olduğu yerde sıra sıra kuruyemiş dükkânları ve kuru kahveciler vardı. Dükkân önlerinde çuvallarla çekirdekler, leblebiler...
 

Menderes Caddesi ve İstasyon Caddesi çok hareketli ve işlek değildi. 

 

Otobüsler kırmızı MAN' dı, belli başlı hatlar E. Çelebi –Yenidoğan, İstasyon -Bahçelievler, Karapınar- (Şimdiki Osmangazi)-G. Efendi vb. gibiydi. Sonradan minibüs hatları kuruldu, minibüslerin çoğunluğu renk renk Ford markaydı. Üstlerinde demirden yapılma bagajları, arkalarında o bagaja tırmanmak için merdivenleri vardı. Minibüs dolunca insanlar o iki merdivene dikilerek orada seyahat ederdi. 

 

Sultanbağı Deresi'nin üzeri kapalı değildi, üzerinde tahta köprüler vardı, keza şu an Belediye İşhanı'ndan Balıklı 'ya doğru giden yol da açık dereydi. O derelerin üstü sonradan kapatıldı. 

 

Şu anki Atatürk Bulvarı o dönemde müstakil evlerin olduğu küçük bir caddeydi. Sabah ve akşam saatlerinde trafikte yeşil yeşil otobüsler görürdünüz. Azot Fabrikası işçi servislerini… Biraz imrenirdim açıkçası onlara, işçi ve memurların aileleri de o servisleri kullanırdı ve sanki bana bu çok büyük bir sosyal statü farkı gibi gelirdi. 

 

Otobüslerde, kahvelerde, hastanelerde her yerde insanlar fosur fosur sigara içerdi. 

 

Şehrin ileri gelenleri çocuklarını Kütahya Lisesi veya Atatürk Lisesi'ne kayıt ettirirdi. Bu iki okul arasında özellikle Basketbol başta olmak üzere her alanda bir rekabet söz konusuydu. 

 

Şimdiki gibi her yer kafe, restoran ya da pastane değildi. Alternatifiniz yoktu; ya Petek Pastanesine gidecektiniz, ya Arı, ya da Dilek…

 

Yemek mi yiyeceksiniz; ya Kervan, ya Sadettin, ya Ali Baba Lokantası…

 

Telefon cebinizden çıkarılıp aranmazdı, yazdırıp sıranızı beklerdiniz Postahanede. Mektup atardınız, e-mail ya da mesaj değil. Telgraf çekerdiniz. Postanenin karşısında sıra sıra kartpostalcılardan kart seçip arkasını yazıp gönderirdiniz. 
 

Okul sonrası Şu anki 30 Ağustos İlkokulunun önüne derme çatma tahtalarla yaptığınız sandığınızla gidip ayakkabı boyardınız. Ücret ise ”ne verirsen ver abi” olurdu… Boya yaparken karnınız acıktığı zaman hemen Ulucami yanında lokantalardan yarım ekmek arası, kuru fasulye alıp yerdiniz. Ve inanın onun lezzeti hala damaklarımdadır. Bence Dünyanın en keyifli öğle yemeği menüsüydü. Parmaklarımız simsiyah ayakkabı boyası olurdu ve o ellerle o ekmeği öyle iştahlı yerdik ki...
 

Bakkallar bardak ölçüsüyle sattığı çekirdeği gazete kâğıdından yapılmış külahlara koyardı, bisküvi pakette değil açıkta satılırdı, iki bisküvi arası lokum güzel bir lezzetti, yoğurt almaya bakkala kabınızla giderdiniz. Bakkal darasını alıp tepsiden yoğurdu kabınızla tartardı. Has meyve suyu, Uludağ Elvan gazozu, Schweppes Kınık sodası içtik. Gazoz kapakları toplayıp koleksiyon yapıp onlarla oynardık, sonradan bilyeler çıktı, bilye oynamaya başladık.

 

Zemini ıslatıp çivi oynadık. Futbol topu olan çocuk ne kadar kötü oynasa da mecburen oynatılırdı, top kıymetliydi, auta atan gider alırdı, üç korner bir penaltıydı…

 

Çikletlerden çıkan hayvan ya da otomobil resimlerini duvardan birbirinin üzerine düşürüp rakibin kartlarını almaya çalışırdık. Üç tane rulman ( bilye ) bulmak için günlerce uğraşırdık, sebebi ise kendimize tahtadan bilye tekerlekli arabalar yapmaktı. Biraz para kazanmak isterseniz tekeri dört yapıp arabanızı pazar yerinde eşya taşıma işinde kullanabilirdiniz. 
Kitaplar o dönemde okullarda dağıtılmıyordu, bazen günlerce aradığınız kitabı bulamadığınız olurdu, olan kırtasiyelerde ise saatlerce sırada beklemek kaderinizdi. Cicili, bicili kalemlerimiz silgilerimiz yoktu. Silgi değerliydi, hoplar zıplar kaybolurdu, boyna iple bağlamak lazım gelirdi. Defterler ofset baskılı takvim yapraklarıyla kaplanırdı. Eskişehir'e gidecekseniz ya Kara Şevelli ya da Kütahya As Tur'u tercih edecektiniz. Yer olmaz ise ayakta gitmeye razı olurdunuz. 

 

Cep telefonumuz navigasyonumuz yoktu ama adres bulmakta herkes pek bir mahirdi. 

 

Sevgilimizi, ailemizi, eşimizi dostumuzu cebimizdeki üzerinde PTT yazan ve metal kokusunu ellerimizin her yerinde hissettiğimiz jetonlarla sarı telefon kulübelerinden yapardık. 

 

Okuldan kaçıp sinemaya gidecekseniz adres belliydi, ya Hülya Sineması ya da Saray Sineması. Toplu kaçışlarda okul idaresi sinemalara baskın düzenleyip tüm kaçakları disipline verirdi…

 

Yazılacak o kadar çok şey var ki… 

 

Sürç-i lisan ettim ise affola, yanlış bilgiler, yer isimleri ve zamanlama hatalarım için beni bağışlayın lütfen.

 

Burada kullanılan ticari işletmelerin çoğu şu anda yok maalesef. 

 

Hiçbir şeyimiz yoktu ama herşeyimiz vardı…
 

Keşke o günlere geri dönme şansımız olsaydı...

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Diğer Yazıları

Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.