Eda EĞMİR YÜCEER
Köşe Yazarı
Eda EĞMİR YÜCEER
 

İstanbul Sözleşmesi Nedir? Yazı Dizisi / Bölüm 1

Bağıra çağıra anlatmak lazım… Tek tek anlatmak lazım… Madde madde anlatmak lazım… Neden mi?   Aile düzenimizi bozuyormuş, geleneklerimize aykırıymış, kadınların elinde erkeklere karşı çok büyük kozmuş  hatta  eşcinselliği teşvik ediyormuş diyen vatandaşlar; diyebilen akademisyenler, gazeteciler hatta hukukçular var…    Gerek Türkiye'de yaşayan bir kadın, gerekse avukatlık mesleğini icra eden bir kadın olmam sebebiyle; İstanbul Sözleşmesinden imzamızın çekilmesi ihtimalinin konuşulduğu bu karanlık günlerde, lafı üzülerek oldukça uzatacağım için, çok kısa ve net bir tespitle başlamayı uygun buluyorum; İstanbul Sözleşmesi'nin yegane amacı, KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE EV İÇİ ŞİDDETLE ÇOK YÖNLÜ MÜCADELE'dir.    İstanbul Sözleşmesi üzerine uzun uzun yasmak niyetindeyim çünkü İstanbul Sözleşmesi'nin sözleşmeyi bir kez dahi tam olarak okumamış zihinler tarafından menfaatleri nasıl uygun görüyorsa o yöne çekilip, eğilip bükülmesinden sözleşmeyi lafzıyla ve ruhuyla okuyabilen her hukukçu, her vatandaş gibi usandım.  Arama motorlarına, İstanbul Sözleşmesi yazdığınızda hemen hemen her linkte karşınıza çıkacak temel bir kaç bilgi ile başlamak zorundayım, bu kısımları okumaktan gına getirenler bu paragrafı derhal atlayabilirler. 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında imzalanmış olduğu için uluslararası arenada da İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, sözleşmenin orijinal adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Türkiye, 11 Mayıs 2011'de sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlementosunda onaylayan ilk ülke konumundadır. Sözleşme, yürürlük maddesi gereğince 10 ülkenin onaylamasının ardından ülkemizde de 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Temmuz 2020 tarihi itbariyle 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, imzacı ülkelerin 34'ünde de onaylanmıştır.    Bu uluslararası sözleşme iç hukukumuzda nerede durmaktadır sorusunun cevabını bilmeyen okuyuculardan ricam takip eden satırları okumalarıdır.    Şöyle ki; 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrası aynen şu hükme yer vermektedir; “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004- 5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”  Bu maddeyi İstanbul Sözleşmesi bağlamında izah etmek gerekir ise iç hukukumuzdaki hiç bir yasal mevzuat bu sözleşme ile ters düşemez.    Bu geniş ve koruyucu şemsiyenin, ülkemizde  kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi konusunda yapılmış ve yapılacak olan tüm yasal düzenlemelere ve tüm fiili uygulamalara, akademik çalışmalara ne derece önemli ve güvenli bir koruma getirdiğini, önderlik etmekte olduğunu siz değerli okuyucularımızın mülahaza etmelerini rica ediyorum, sizlere yardımcı olması ümidiyle bir yazı dizisi halinde, dilim döndüğünce sözleşmeyi ayrıntılı bir biçimde anlatmaya karar verdim.    İstanbul Sözleşmesini doğrudan ele alıp okumak sizleri yorabilir, sıkabilir ama uygulamadan da örnekler vererek sözleşmenin Türk Hukukunda nasıl yansımaları olduğunu özetle dahi olsa  anlatmak en azından avukat bir kadın olarak kişisel sorumluluğumu sorgulama sürecimde kendimi bir nebze iyi hissettirebilir diye umuyorum.     İstanbul Sözleşmesi, insan haklarına ilişkin evvelce kabul edilmiş olan uluslararası tüm sözleşmeleri, protokolleri ve tavsiye kararlarını hatırda tuttuğunu hatırlatarak başlar söze ve şöyle devam eder;   “…Kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin her türünü kınayarak; Kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğunun bilincinde olarak;     Kadına yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkekler tarafından kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasınave kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak;    Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak;     Kadın ve kız çocuklarının çoğunlukla aile içi şiddet, cinsel istismar, tecavüz, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlar ve cinsel organları dağlama gibi insane haklarını ciddi bir şekilde ihlal eden şiddetin pek çok boyutuna maruz kaldıklarını ve bu durumun kadın erkek eşitliğinin sağlamanın önündeki en  büyük engel olduğunubüyük endişeyle kabul ederek;   Silahlı çatışmalarda sivil halkı ve özellikle de kadınları yaygın veya sistematik tecavüz ve cinsel şiddet şeklinde etkileyen, devam edegelen insan hakları ihlallerinin mevcudiyetinin ve gerek çatışmalar esnasında gerekse çatışmalardan sonra toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artma potansiyelinin bilincinde olarak;    Kadın ve kız çocuklarının cinsiyete dayalı şiddete maruz kalma riskinin erkeklerden daha fazla olduğunu kabul ederek;   Aile içi şiddetin orantısız bir şekilde kadınları etkilediğini ve erkeklerin de aile içi şiddetin mağdurları olabileceğinin bilincinde olarak;   Çocukların, aile içi şiddetin tanığı olmak da dahil olmak üzere, aile içi şiddetin mağduru olduklarının bilincinde olarak;    Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinerek;   Aşağıdaki hususlarda görüş birliğine varmışlardır:…” diyerek sözleşmenin maddelerine geçer.   Sözleşmenin bu giriş bölümü, şimdiye kadar hiç bir uluslararası sözleşmede değinilmemiş olan, şiddetin tarihsel geçmişini, sosyolojik sebeplerini irdeleyen ve şiddetin kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu olduğunun vurgulandığı olağanüstü önemli  bir kabul niteliğindedir.     Sorun tam olarak tespit edilemezse, çözüm olanaksızdır ve İstanbul Sözleşmesinin en bilge, en vakur yüzü ilk olarak burada ortaya çıkmaktadır. Şiddetin önlenmesi yolunda en önemli amaçlarından biri, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadelede her anlamda farkındalık ve etkin politikalar geliştirilmesi olan İstanbul Sözleşmesi, bu giriş bölümü vesilesiyle ilk olarak kendi farkındalığını dile getirerek söze başlamaktadır.     Bu tespitlerin ve kabulün önünde saygı ile eğiliyor; önümüzdeki hafta konuya ilgi duyan, merak eden okuyucularımız için sözleşmeyi ayrıntılı bir biçimde anlatmaya başlamak üzere sabırsızlanıyorum.  Şiddetsiz günlere özlem ile… 

İstanbul Sözleşmesi Nedir? Yazı Dizisi / Bölüm 1

Bağıra çağıra anlatmak lazım… Tek tek anlatmak lazım… Madde madde anlatmak lazım…

Neden mi?

 

Aile düzenimizi bozuyormuş, geleneklerimize aykırıymış, kadınların elinde erkeklere karşı çok büyük kozmuş  hatta  eşcinselliği teşvik ediyormuş diyen vatandaşlar; diyebilen akademisyenler, gazeteciler hatta hukukçular var… 

 

Gerek Türkiye'de yaşayan bir kadın, gerekse avukatlık mesleğini icra eden bir kadın olmam sebebiyle; İstanbul Sözleşmesinden imzamızın çekilmesi ihtimalinin konuşulduğu bu karanlık günlerde, lafı üzülerek oldukça uzatacağım için, çok kısa ve net bir tespitle başlamayı uygun buluyorum; İstanbul Sözleşmesi'nin yegane amacı, KADINA YÖNELİK ŞİDDET VE EV İÇİ ŞİDDETLE ÇOK YÖNLÜ MÜCADELE'dir. 

 

İstanbul Sözleşmesi üzerine uzun uzun yasmak niyetindeyim çünkü İstanbul Sözleşmesi'nin sözleşmeyi bir kez dahi tam olarak okumamış zihinler tarafından menfaatleri nasıl uygun görüyorsa o yöne çekilip, eğilip bükülmesinden sözleşmeyi lafzıyla ve ruhuyla okuyabilen her hukukçu, her vatandaş gibi usandım. 
Arama motorlarına, İstanbul Sözleşmesi yazdığınızda hemen hemen her linkte karşınıza çıkacak temel bir kaç bilgi ile başlamak zorundayım, bu kısımları okumaktan gına getirenler bu paragrafı derhal atlayabilirler. 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da gerçekleşen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi toplantısında imzalanmış olduğu için uluslararası arenada da İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen, sözleşmenin orijinal adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir. Türkiye, 11 Mayıs 2011'de sözleşmeyi ilk imzalayan ve 24 Kasım 2011'de parlementosunda onaylayan ilk ülke konumundadır. Sözleşme, yürürlük maddesi gereğince 10 ülkenin onaylamasının ardından ülkemizde de 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Temmuz 2020 tarihi itbariyle 45 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanmış, imzacı ülkelerin 34'ünde de onaylanmıştır. 

 

Bu uluslararası sözleşme iç hukukumuzda nerede durmaktadır sorusunun cevabını bilmeyen okuyuculardan ricam takip eden satırları okumalarıdır. 

 

Şöyle ki; 1982 Anayasasının 90. maddesinin son fıkrası aynen şu hükme yer vermektedir; “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004- 5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”  Bu maddeyi İstanbul Sözleşmesi bağlamında izah etmek gerekir ise iç hukukumuzdaki hiç bir yasal mevzuat bu sözleşme ile ters düşemez. 

 

Bu geniş ve koruyucu şemsiyenin, ülkemizde  kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi konusunda yapılmış ve yapılacak olan tüm yasal düzenlemelere ve tüm fiili uygulamalara, akademik çalışmalara ne derece önemli ve güvenli bir koruma getirdiğini, önderlik etmekte olduğunu siz değerli okuyucularımızın mülahaza etmelerini rica ediyorum, sizlere yardımcı olması ümidiyle bir yazı dizisi halinde, dilim döndüğünce sözleşmeyi ayrıntılı bir biçimde anlatmaya karar verdim. 

 

İstanbul Sözleşmesini doğrudan ele alıp okumak sizleri yorabilir, sıkabilir ama uygulamadan da örnekler vererek sözleşmenin Türk Hukukunda nasıl yansımaları olduğunu özetle dahi olsa  anlatmak en azından avukat bir kadın olarak kişisel sorumluluğumu sorgulama sürecimde kendimi bir nebze iyi hissettirebilir diye umuyorum.  

 

İstanbul Sözleşmesi, insan haklarına ilişkin evvelce kabul edilmiş olan uluslararası tüm sözleşmeleri, protokolleri ve tavsiye kararlarını hatırda tuttuğunu hatırlatarak başlar söze ve şöyle devam eder;

 

“…Kadına karşı şiddetin ve aile içi şiddetin her türünü kınayarak;

Kadın ve erkek arasında yasal ve fiili eşitliğin gerçekleştirilmesinin kadına karşı şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğunun bilincinde olarak;
 

 

Kadına yönelik şiddetin, erkekler ve kadınlar arasındaki eşitlikçi olmayan güç ilişkilerinin tarihsel bir tezahürü olduğunu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkekler tarafından kadınlar üzerinde tahakküm kurulmasınave kadınlara yönelik ayrımcılık yapılmasına ve kadınların tam anlamıyla ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığının bilincinde olarak; 

 

Kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak;
 

 

Kadın ve kız çocuklarının çoğunlukla aile içi şiddet, cinsel istismar, tecavüz, zorla evlendirme, sözde “namus” adına işlenen suçlar ve cinsel organları dağlama gibi insane haklarını ciddi bir şekilde ihlal eden şiddetin pek çok boyutuna maruz kaldıklarını ve bu durumun kadın erkek eşitliğinin sağlamanın önündeki en  büyük engel olduğunubüyük endişeyle kabul ederek;

 

Silahlı çatışmalarda sivil halkı ve özellikle de kadınları yaygın veya sistematik tecavüz ve cinsel şiddet şeklinde etkileyen, devam edegelen insan hakları ihlallerinin mevcudiyetinin ve gerek çatışmalar esnasında gerekse çatışmalardan sonra toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artma potansiyelinin bilincinde olarak; 

 

Kadın ve kız çocuklarının cinsiyete dayalı şiddete maruz kalma riskinin erkeklerden daha fazla olduğunu kabul ederek;

 

Aile içi şiddetin orantısız bir şekilde kadınları etkilediğini ve erkeklerin de aile içi şiddetin mağdurları olabileceğinin bilincinde olarak;

 

Çocukların, aile içi şiddetin tanığı olmak da dahil olmak üzere, aile içi şiddetin mağduru olduklarının bilincinde olarak; 

 

Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddetten arınmış bir Avrupa yaratmayı hedef edinerek;

 

Aşağıdaki hususlarda görüş birliğine varmışlardır:…” diyerek sözleşmenin maddelerine geçer.

 

Sözleşmenin bu giriş bölümü, şimdiye kadar hiç bir uluslararası sözleşmede değinilmemiş olan, şiddetin tarihsel geçmişini, sosyolojik sebeplerini irdeleyen ve şiddetin kadın erkek eşitsizliğinin bir sonucu olduğunun vurgulandığı olağanüstü önemli  bir kabul niteliğindedir.  

 

Sorun tam olarak tespit edilemezse, çözüm olanaksızdır ve İstanbul Sözleşmesinin en bilge, en vakur yüzü ilk olarak burada ortaya çıkmaktadır. Şiddetin önlenmesi yolunda en önemli amaçlarından biri, kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetle mücadelede her anlamda farkındalık ve etkin politikalar geliştirilmesi olan İstanbul Sözleşmesi, bu giriş bölümü vesilesiyle ilk olarak kendi farkındalığını dile getirerek söze başlamaktadır.  

 

Bu tespitlerin ve kabulün önünde saygı ile eğiliyor; önümüzdeki hafta konuya ilgi duyan, merak eden okuyucularımız için sözleşmeyi ayrıntılı bir biçimde anlatmaya başlamak üzere sabırsızlanıyorum. 

Şiddetsiz günlere özlem ile… 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.