Esra GÜREL ŞEN
Köşe Yazarı
Esra GÜREL ŞEN
 

ÜNİVERSİTE

ÜNİVERSİTE   1976 yılında puanım pek çok isim yapmış okulu tuttuğu halde çeşitli talihsizlikler nedeniyle bu okullara gidemedim. Üniversite öğrenimi yapmak hayalimdi ben de memleketimdeki okula, Kütahya Yönetim Bilimleri Fakültesine kayıt yaptırdım. Seneyi boşa geçirmemek için yapmıştım bunu. Gerçekte niyetim, bir yıl sonra tekrar sınava girmek İstanbul’da ya da Ankara’da bir edebiyat fakültesini kazanıp okumaktı. Üniversitelerde öğrenci olaylarının tavan yaptığı yıllardı o yıllar. Kütahya öğrenci olayları ve bu olayların sokaklara taşmasıyla yaşanan şiddet sıralamasında en sonlarda yer alıyordu. Fakat bizler yine de yaralanma, öldürülme ya da en hafifinden derslere girememe tehditleri altında giderdik okula. Benim ikinci yıl yeniden sınava girip edebiyat okuma hayallerimde aynı nedenlerle suya düştü. Ailem biricik kızlarının öğrenci olaylarının böylesine yoğun yaşandığı büyük şehirlere gitmesini istememişti. Kendilerince haklıydılar. O zaman çok kızsam da ilerleyen yıllarda bende evlat sahibi olunca başıma gelebileceklerden nasıl korkmuş olduklarını daha iyi anladım.   O yılların en gözde iki okulu ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesiydi. ODTÜ daha agresif yapısı, Boğaziçi ise daha ılıman havasıyla fakat tüm dünyada adlarından söz ettiren akademik başarılarıyla cazibe merkeziydiler.  Başka güzel üniversitelerimizde vardı tabii. Örneğin İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi plastik sanatlar dendi mi akla geliverirdi hemen. İstanbul Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Ege Üniversitesi ve o yıllarda Anadolu’da eğitime büyük katkı sağlayan diğer akademiler, fakülteler, enstitüler köklü yapıları güçlü akademik kadroları ile nice güzel insanlar yetiştirmişlerdir bu ülkeye. O zaman özel okullar yoktu başarı derecen sınavda kazandığın okulun ismi ile anılır ve okullar bu konuda hep yarışırlardı.   Bizim sevgili okulumuz Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi bünyesinde bir fakülteydi. O günün Kütahya’sında Çocuk Kütüphanesinden bozma bir binadaydı. Şehrin tam ortasında tek amfili ama bir yerine ufacık da olsun bir kütüphane sıkıştırılmış dıştan güzel içten yetersiz, nice anılar biriktirdiğimiz okulumuzdu. O zamanlar kütüphane çok önemli tabii. Şimdiki gibi elimizde akıllı telefonlar ya da bilgisayarlarımız yoktu ki sorup öğrenelim. Tek bilgi kaynağımız kitaplar ve dolayısıyla da kütüphanelerdi.  Kantinimiz yoktu. Varsın olsun; hemen yakında adına, “Hacı amcanın Kulübesi,” adını taktığımız minicik büfe kılıklı bir çay ocağımız vardı. Yetiyordu galiba o zamanlar bize. Siyasetin, sağ sol diye kamplaşmanın tavan yaptığı yıllardı. Gençtik, heyecanlıydık, korkusuzduk. Dik dik konuşmayı, siyasal içerikli kitaplar okumayı ve tartışmayı severdik. Tartışmalar her zaman tartışmada kalmaz bazen kavgaya bile dönüşürdü. Devrin gergin ortamı hepimizi etkiler kamplaşmanın etkisiyle zor zamanlar yaşardık. Okuldan çıktığımızda kızlı erkekli gruplar halinde yürürdük. Amacımız karşı görüşteki arkadaşlarla kavgayı önlemekti. Etrafta biz kızlar varsak lafla bile sataşmazdı karşı görüştekiler. Onlarda arkadaşımızdı aslında. Centilmenlik ölmemişti daha yani. Sınavlara giremediğimiz, derslerden zorla çıkarıldığımız olurdu ama gelecekten umutluyduk. Ne yapılıyorsa memleket içindi. Sonrasında bütün o kavgaların, savaşların ve yitip giden gençlerin bir oyunun kurbanı olduğunu acı tecrübelerle öğrendik ama hangi görüşten olursak olalım hepimizin kavgası özgür bir millet, gelişmiş bir devlet ve iyi bir gelecek içindi. Gençliğin ateşi, farklı görüşleri birbirine düşman ederek çok farklı emeller, farklı ikbal kaygıları için kullanılmıştı. Sonunda askeri darbe oldu ve ortalık sessizleşti. Bizler yaşananları sineye çekip sahte huzurumuzu kapattığımız gözlerimizin arkasında yaşamaya devam ettik.   Bugün nerdeyse yüzlerce özel üniversite var. Her şehirde binasının ya da öğretim kademesinin yetersizliğine aldırılmadan açılmış kamu üniversiteleri var. Bunlar yetmezmiş gibi nedenine hiç anlam veremediğim şekilde köklü okulların bölünüp kuşa çevrilmesiyle yaratılmış üniversiteler var. Bu kadar çok okulun arasında eğitim düzeyi çok yüksek olanlarda var elbette ama üniversiteye gidecek gençlerin yüreklerinde hâlâ iki okulun yani ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesinin ismi yıldız gibi parlıyor. Bence bu okulların zirveden düşmeyen başarılarının sırrı, düşünce özgürlüğü, insan hakları ve fark yaratacak eğitimi savunmalarından ileri geliyor. Eğitim ortamında sağladıkları ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel yönelim, ideolojik düşünce ayrımı olmaksızın kendini ifade edebilme özürlüğü farkları olmuş. Bu fark, güçlü öğretim kadrolarının verdiği sağlam bilim temellerine dayandırılınca başarı kendiliğinden gelmiş.   Bütün siyasi çalkantılara, ihtilallere, ülke yönetimindeki anlayış değişikliklerine rağmen dimdik ayakta durmayı başaran bu iki okul ve isimleri onlar kadar öne çıkan veya çıkmayan bütün üniversitelerimiz aslında tün eğitim sistemimiz son yıllarda üzülerek görüyorum ki tek tipleştirme politikalarının baskısı altındadır. Oysa bırakın üniversiteleri, okulları kendi evlerimizde bile bunu sağlayamayacağımız aşikardır. Binlerce yıllık tarihinde yüzlerce medeniyete ev sahipliği yapmış kadim Anadolu toprakları, çeşitli kültürlerin ve neredeyse bütün dinlerin öğretileriyle harmanlanmış, kendine özgü çeşnileri bünyesinde başarıyla hazmetmiş ender topraklardır. Farklılık bizim genlerimizde var ve farklılık bizim gücümüz aslında. Bu gücü yok etmeye çalışmanın bu ülkeye hizmet olduğunu kabul etmek olanaksız.   Üniversiteler, bütün ön yargılardan, kalıplaşmış kurallardan ve dayatmalardan uzakta doğruya ulaşmak, bilimsel sonuçlar elde etmek ve toplumun ilerlemesini sağlayacak kurumlardır. Bunun için analiz, araştırma ve eleştirme haklarını sonuna kadar kullanmalı aklı hür, fikri hür, vicdanı hür bireyler yetiştirmelidirler. Üniversiteler, sadece iş bulmak ya da bir meslek edinmek için kullanılan binalar değillerdir, olmamalıdırlar. Bilimin ışığı altında ilerleme olanaklarının sunulduğu, yeni bilginin üretildiği, eski bilgilerin yenileriyle harmanlandığı ve bu bilgilerin çeşitli yayınlarla dünyaya aktarıldığı yerlerdir. Farklılıkların, farklı görüş ve kimliklerin kendini rahatça ifade edebildiği yerler olmalıdır ki doğru bulunabilsin. Bu nedenle tıpkı şu günlerde Boğaziçi Üniversitesine yapılmak istendiği gibi baskı ve tutuculuk ile kirletilmemiş özerk ve işlevsel hatta tüm okullar gibi kutsal alanlar olarak kalmaları sağlanmalıdır.    Gençlerimizin özgür ve medeni bir ülkede, güçlerini ve akıllarını bu ülke için kullanmaları hepimizin ortak arzusudur muhakkak. Kanunların yönetim erkine tanıdığı hakların haksız ve adaletsiz bir biçimde kullanılmasının, düşünce farklılıklarına uygulanan tavizsiz politikaların topluma yansıyan sonuçlarını seksenli yıllarda benim kuşağım acı tecrübelerle yaşadı.   Oysa gençlerin haklı tepkilerine kulak verip arzuladıkları çalışma ortamlarını yaratmak onları düşünceleri nedeniyle hor görmek yerine, bunları özgürce söyleyebilecekleri iklimler oluşturmak çok da zor olmamalı. İstikbalimiz şu anda henüz uzayda değil fakat o uzaya gidebilmek için üniversitelerimizde yetiştireceğimiz vizyon sahibi, beyinleri dinamik, özgür düşünceli, insan haklarına saygılı ve çalışkan gençlerdedir.   Özgür yaşadığınız günlerde sevgi ve saygıyla kalın.  

ÜNİVERSİTE

ÜNİVERSİTE

 

1976 yılında puanım pek çok isim yapmış okulu tuttuğu halde çeşitli talihsizlikler nedeniyle bu okullara gidemedim. Üniversite öğrenimi yapmak hayalimdi ben de memleketimdeki okula, Kütahya Yönetim Bilimleri Fakültesine kayıt yaptırdım. Seneyi boşa geçirmemek için yapmıştım bunu. Gerçekte niyetim, bir yıl sonra tekrar sınava girmek İstanbul’da ya da Ankara’da bir edebiyat fakültesini kazanıp okumaktı. Üniversitelerde öğrenci olaylarının tavan yaptığı yıllardı o yıllar. Kütahya öğrenci olayları ve bu olayların sokaklara taşmasıyla yaşanan şiddet sıralamasında en sonlarda yer alıyordu. Fakat bizler yine de yaralanma, öldürülme ya da en hafifinden derslere girememe tehditleri altında giderdik okula. Benim ikinci yıl yeniden sınava girip edebiyat okuma hayallerimde aynı nedenlerle suya düştü. Ailem biricik kızlarının öğrenci olaylarının böylesine yoğun yaşandığı büyük şehirlere gitmesini istememişti. Kendilerince haklıydılar. O zaman çok kızsam da ilerleyen yıllarda bende evlat sahibi olunca başıma gelebileceklerden nasıl korkmuş olduklarını daha iyi anladım.

 

O yılların en gözde iki okulu ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesiydi. ODTÜ daha agresif yapısı, Boğaziçi ise daha ılıman havasıyla fakat tüm dünyada adlarından söz ettiren akademik başarılarıyla cazibe merkeziydiler.  Başka güzel üniversitelerimizde vardı tabii. Örneğin İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi plastik sanatlar dendi mi akla geliverirdi hemen. İstanbul Teknik Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Gazi Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Ege Üniversitesi ve o yıllarda Anadolu’da eğitime büyük katkı sağlayan diğer akademiler, fakülteler, enstitüler köklü yapıları güçlü akademik kadroları ile nice güzel insanlar yetiştirmişlerdir bu ülkeye. O zaman özel okullar yoktu başarı derecen sınavda kazandığın okulun ismi ile anılır ve okullar bu konuda hep yarışırlardı.

 

Bizim sevgili okulumuz Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi bünyesinde bir fakülteydi. O günün Kütahya’sında Çocuk Kütüphanesinden bozma bir binadaydı. Şehrin tam ortasında tek amfili ama bir yerine ufacık da olsun bir kütüphane sıkıştırılmış dıştan güzel içten yetersiz, nice anılar biriktirdiğimiz okulumuzdu. O zamanlar kütüphane çok önemli tabii. Şimdiki gibi elimizde akıllı telefonlar ya da bilgisayarlarımız yoktu ki sorup öğrenelim. Tek bilgi kaynağımız kitaplar ve dolayısıyla da kütüphanelerdi.  Kantinimiz yoktu. Varsın olsun; hemen yakında adına, “Hacı amcanın Kulübesi,” adını taktığımız minicik büfe kılıklı bir çay ocağımız vardı. Yetiyordu galiba o zamanlar bize. Siyasetin, sağ sol diye kamplaşmanın tavan yaptığı yıllardı. Gençtik, heyecanlıydık, korkusuzduk. Dik dik konuşmayı, siyasal içerikli kitaplar okumayı ve tartışmayı severdik. Tartışmalar her zaman tartışmada kalmaz bazen kavgaya bile dönüşürdü. Devrin gergin ortamı hepimizi etkiler kamplaşmanın etkisiyle zor zamanlar yaşardık. Okuldan çıktığımızda kızlı erkekli gruplar halinde yürürdük. Amacımız karşı görüşteki arkadaşlarla kavgayı önlemekti. Etrafta biz kızlar varsak lafla bile sataşmazdı karşı görüştekiler. Onlarda arkadaşımızdı aslında. Centilmenlik ölmemişti daha yani. Sınavlara giremediğimiz, derslerden zorla çıkarıldığımız olurdu ama gelecekten umutluyduk. Ne yapılıyorsa memleket içindi. Sonrasında bütün o kavgaların, savaşların ve yitip giden gençlerin bir oyunun kurbanı olduğunu acı tecrübelerle öğrendik ama hangi görüşten olursak olalım hepimizin kavgası özgür bir millet, gelişmiş bir devlet ve iyi bir gelecek içindi. Gençliğin ateşi, farklı görüşleri birbirine düşman ederek çok farklı emeller, farklı ikbal kaygıları için kullanılmıştı. Sonunda askeri darbe oldu ve ortalık sessizleşti. Bizler yaşananları sineye çekip sahte huzurumuzu kapattığımız gözlerimizin arkasında yaşamaya devam ettik.

 

Bugün nerdeyse yüzlerce özel üniversite var. Her şehirde binasının ya da öğretim kademesinin yetersizliğine aldırılmadan açılmış kamu üniversiteleri var. Bunlar yetmezmiş gibi nedenine hiç anlam veremediğim şekilde köklü okulların bölünüp kuşa çevrilmesiyle yaratılmış üniversiteler var. Bu kadar çok okulun arasında eğitim düzeyi çok yüksek olanlarda var elbette ama üniversiteye gidecek gençlerin yüreklerinde hâlâ iki okulun yani ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesinin ismi yıldız gibi parlıyor. Bence bu okulların zirveden düşmeyen başarılarının sırrı, düşünce özgürlüğü, insan hakları ve fark yaratacak eğitimi savunmalarından ileri geliyor. Eğitim ortamında sağladıkları ırk, din, dil, cinsiyet, cinsel yönelim, ideolojik düşünce ayrımı olmaksızın kendini ifade edebilme özürlüğü farkları olmuş. Bu fark, güçlü öğretim kadrolarının verdiği sağlam bilim temellerine dayandırılınca başarı kendiliğinden gelmiş.

 

Bütün siyasi çalkantılara, ihtilallere, ülke yönetimindeki anlayış değişikliklerine rağmen dimdik ayakta durmayı başaran bu iki okul ve isimleri onlar kadar öne çıkan veya çıkmayan bütün üniversitelerimiz aslında tün eğitim sistemimiz son yıllarda üzülerek görüyorum ki tek tipleştirme politikalarının baskısı altındadır. Oysa bırakın üniversiteleri, okulları kendi evlerimizde bile bunu sağlayamayacağımız aşikardır. Binlerce yıllık tarihinde yüzlerce medeniyete ev sahipliği yapmış kadim Anadolu toprakları, çeşitli kültürlerin ve neredeyse bütün dinlerin öğretileriyle harmanlanmış, kendine özgü çeşnileri bünyesinde başarıyla hazmetmiş ender topraklardır. Farklılık bizim genlerimizde var ve farklılık bizim gücümüz aslında. Bu gücü yok etmeye çalışmanın bu ülkeye hizmet olduğunu kabul etmek olanaksız.

 

Üniversiteler, bütün ön yargılardan, kalıplaşmış kurallardan ve dayatmalardan uzakta doğruya ulaşmak, bilimsel sonuçlar elde etmek ve toplumun ilerlemesini sağlayacak kurumlardır. Bunun için analiz, araştırma ve eleştirme haklarını sonuna kadar kullanmalı aklı hür, fikri hür, vicdanı hür bireyler yetiştirmelidirler. Üniversiteler, sadece iş bulmak ya da bir meslek edinmek için kullanılan binalar değillerdir, olmamalıdırlar. Bilimin ışığı altında ilerleme olanaklarının sunulduğu, yeni bilginin üretildiği, eski bilgilerin yenileriyle harmanlandığı ve bu bilgilerin çeşitli yayınlarla dünyaya aktarıldığı yerlerdir. Farklılıkların, farklı görüş ve kimliklerin kendini rahatça ifade edebildiği yerler olmalıdır ki doğru bulunabilsin. Bu nedenle tıpkı şu günlerde Boğaziçi Üniversitesine yapılmak istendiği gibi baskı ve tutuculuk ile kirletilmemiş özerk ve işlevsel hatta tüm okullar gibi kutsal alanlar olarak kalmaları sağlanmalıdır. 

 

Gençlerimizin özgür ve medeni bir ülkede, güçlerini ve akıllarını bu ülke için kullanmaları hepimizin ortak arzusudur muhakkak. Kanunların yönetim erkine tanıdığı hakların haksız ve adaletsiz bir biçimde kullanılmasının, düşünce farklılıklarına uygulanan tavizsiz politikaların topluma yansıyan sonuçlarını seksenli yıllarda benim kuşağım acı tecrübelerle yaşadı.

 

Oysa gençlerin haklı tepkilerine kulak verip arzuladıkları çalışma ortamlarını yaratmak onları düşünceleri nedeniyle hor görmek yerine, bunları özgürce söyleyebilecekleri iklimler oluşturmak çok da zor olmamalı. İstikbalimiz şu anda henüz uzayda değil fakat o uzaya gidebilmek için üniversitelerimizde yetiştireceğimiz vizyon sahibi, beyinleri dinamik, özgür düşünceli, insan haklarına saygılı ve çalışkan gençlerdedir.

 

Özgür yaşadığınız günlerde sevgi ve saygıyla kalın.

 

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.