Esra GÜREL ŞEN
Köşe Yazarı
Esra GÜREL ŞEN
 

MUSİKİ

MUSİKİ    Küçük yaşlarımdan itibaren uzun yıllar babamın çeşitli Klasik Türk Musikisi enstrümanlarını çalarak arkadaşlarıyla birlikte müzik yaptığına şahit oldum. Sık sık birbirlerinin evlerinde ya da mevsim müsaitse kırlarda bahçelerde toplanırlar ve uzun uzun çalıp söylerlerdi. Çocukluğumda, isimlerinin ney, rebap ve kemençe olduğunu bildiğim sazların bakımlarının yapılışını defalarca görmüştüm. Babam neyi birkaç kez üfleyerek, yayları kırmızı renkli şeffaf bir mumla mumlayarak özenle hazırlardı. Bunları yaparken neyin sazdan yapıldığını içine yalnızca “Hû” diyerek üflendiğinde ses verdiğini, rebabın Hindistan cevizinden yayların ise atkılından yapıldığını anlatır bütün ısrarlarıma rağmen birkaç nağmenin dışında bir şey dinletmezdi. Muhtemelen küçük olduğumu ve sıkılacağımı düşünüyordu.   Toplantı sırasının bizim evde olduğu ve benim babamın müziği ile ilk kez tanıştığım o günü dün gibi hatırlıyorum. Nihayet arkadaşları bize geleceklerdi. Babam enstrümanlarının bakımlarını yine özenle yaptı. Yüzlerce sorumu her zamanki sakin haliyle sadece gülümseyerek, “Dikkatle dinle bakalım ne duyacaksın,” diyerek cevapladı. Ne demek istediğini anlamamıştım ve ne duyacağımı bilmiyordum merakım ikiye hatta üçe katlandı. Babamın arkadaşları olduklarını öğrendiğim bazılarını tanıdığım bazılarını ilk defa gördüğüm bana gülümseyerek bakan ya da başımı okşayan insanlar evimize geldiler. Çoğu babaannemin elini öpüp annemle selamlaştıktan sonra sessiz adımlar ve birbirlerine verdikleri kısık mırıldanma selamları ile üst kata misafir odamıza geçtiler. Ben de arkalarından tabii. Hepsinin ellerinde ya büyük çantalar ya da torbalar vardı. İçlerinde en çok Ahmet (Ahmet YAKUPOĞLU) amcayı tanıyordum ve onu çok severdim. Bir de kızlarıyla arkadaş olduğum Nuri (Nuri GERMİYANOĞLU) amca vardı. Erhan (Erhan ALTINTAŞ) amcayı şakalarından tanıyordum bir de benim vesikalık fotoğrafımı çektirmeye gittiğimiz fotoğrafçı amca. Diğerlerini bilmiyordum ama babamın ve annemlerin tanıdığı muhakkaktı çünkü annem ve babaannem hepsiyle konuşup hatırlarını ve ailelerini soruyorlardı. Annemin ikram ettiği kahveler içildikten sonra fincanlar toplanırken biz de bir köşeye çekildik. Yavaş yavaş çantalar ve torbalar açıldı. Ben merakla çıkan müzik aletlerine bakarken o güne kadar duymadığım bir ses yükselmeye başladı. Babaannemin anlattığı masallardaki büyülü ses; işte bu olmalıydı. Yumuşak ve sakin tınıları kimi zaman yükseliyor kimi zaman zor duyulacak kadar azalıyor ama hep birlikte muazzam bir sihir oluşturuyorlardı. Kalbimi çarptırıp beni heyecanlandırıyor ya da huzur içinde hayal alemlerine sürüklüyordu. Annemin heyecanla, “Bak Ahmet çalıyor,” diye fısıldadığında gelen sesin babamın sazından çıktığını anlıyor benim de nefesim sıklaşıyordu. Gece o muhteşem musikinin susması, ikramların yenmesinin ardından bitti. O gece rüyamda melekler bana hep babamın rebabının eşliğinde şarkılar söylediler.              Biraz daha büyüyünce öğrendim ki babam, Ahmet amca ve diğer arkadaşları Klasik Türk Musikisi ve Tasavvuf Musikisi denilen türlerde büyük bestekârların eserlerini aslına uygun olarak icra ediyorlardı. Babamın ney üflediğini rebap ve klasik kemençe çaldığını öğrendim. O güzel aletlerin babamın parmakları arasında nasıl güzel sesler çıkardıklarına tanık oldum. Babamın bir Mevlevi olduğunu pek çok Mevlevi ayininde ney çaldığını güzel sesi ile naatlar okuduğunu öğrendim. Yapabilmeye çok özensem de babamın bütün çabalarına rağmen başaramayınca icracı olmak yerine harika bir dinleyici olacağıma yine babamın sözleriyle ikna oldum. Eh ne yapalım ben de dinlerim hem de sonsuz bir zevkle.                                     Kütahya’da çini sanatı Kütahya’nın en bilinen özelliğidir. Bu kadim sanatın tarihi binlerce yıl öncesine dayanır ve o zamandan beri Kütahya adı adeta çini ile özdeşleşmiştir.  Kütahya’da çini sanatının dışında binlerce yıldır süregelen bir de müzik vardır ki zamanın en zorlu dönemlerinde bile hiç susmamıştır. Antik çağlardan beri kültür merkezi olma özelliğini kaybetmeyen Kütahya’da müzik, aşamalar kaydederek devam etmiş ve önemini hiç yitirmemiştir. Germiyanoğlu Beyi II. Yakup Bey’in “Çöğür” adı verilen bir sazı icat ettiği, Kütahya’da yetişen pek çok müzik adamının Osmanlı şehzadelerine dersler verdiği besteleri ve icraları ile dillere destan oldukları bilinmektedir. Kütahya’nın önemli Mevlevi merkezlerinden olması Tasavvuf Müziğinin tanınması, tanıtılması ve icrasına imkan kılmış, bu alanda yetişmiş pek çok musikişinası ortaya çıkarmıştır. Kütahya, Türk müziğine üstat olmuş nice bestekârlara ve “Dede” lakaplı büyük müzisyenlere başlangıç noktası oluşturmuştur. Ali Nûtki Dede, Abdulbaki Nâsır Dede, Ebûbekir Dede bunlardan sadece bazıları.   Elbette Kütahya’nın müzik sevdası sadece Klasik Türk Musikisi ve Tasavvuf Musikisi ile sınırlı kalmamış Halk Müziği alanında da topraklarımızın yüzlerce yıllık birikimini günümüze aktaran pek çok ozan, derleme ve saz sanatçısı yetişmiştir.   Bir zamanlar Kütahya’nın üç Ahmet’i olarak kitaplara geçen Ressam Ahmet (Ahmet Yakupoğlu), Hisarlı Ahmet (Ahmet Hisarlı) ve Fuat Ahmet (Ahmet Fuat Gürel) ilk ağızda Kütahya müziğine hayat vermiş isimler olarak aklıma geliverenler. Elbette tarihte ve günümüzde eserler vermiş, isim yapmış, müzik için hayatını adamış pek çok değerli isim güzel şehrimizin adı ile anılmakta ve sanatlarıyla yıldızlaşmaktadırlar.   Günümüzde de Kütahya’nın bir sanat ve kültür şehri olarak anılmasına ve parlamasına sebep olan değerli sanatkarlarımızın olması beni hem gururlandırıyor hem de çok mutlu ediyor. Bunlardan bir tanesi var ki bu yazının yazılmasına sebep olmuş büyük bir sanatçı. Zihninde müziği duymuş, duyduğu müziği şiirlerle donatmış ve yepyeni şarkılarla dünyaya seslenmiş Kütahyalı kadın bestekar Nilüfer Özkan.                                   Son zamanlarda Kütahya’nın yetiştirdiği en önemli bestekarlardan olan Nilüfer Özkan Türk Sanat Müziğinin popülaritesini kaybettiği, gerilere ötelendiği bir zaman diliminde besteleri, şiirleri ve sanatıyla ortaya atılıp bu müziğin hiçbir zaman değerini kaybetmeyeceğini adeta ilan etmiştir. Kütahya’da yetişmiş, hayatı boyunca Kütahya’da yaşamış ve halen Kütahya’da yaşayan değerli sanatçımız, yıllarca bir öğretmen olarak memleketine hizmet ettikten sonra şimdide sanatı ile kültür dünyamıza zenginlikler katarak hizmetine devam etmektedir. Türk müziğine yaptığı engin katkıları dışında bir kadın bestekar olarak bence takdirin en büyüğünü hak etmektedir. Müziğinde, bütün kuşaklara hatta hayatında hiç Türk Sanat Müziği dinlememiş gençlere bile hitap edebilen ve bu müzik türünü sevdirebilen bir sihir taşımaktadır. Kütahya Belediyesinin böyle büyük bir sanatçıyı takdir edip Kütahya’nın Sanatçı Hanımefendisi söylemiyle onun hayatı ve eserleri hakkında “Nilüfer Örnek Özkan-Hayat-Sanat-Hasat” isimli bir kitap yayınlaması çok memnunluk verici. Böylesi kıymetli bir esere hayat veren, emeği geçen herkese bir sanatsever olarak çok teşekkür ederim. Değerli sanatçımıza da bu platformdan başarılarıyla gurur duyduğumuzu iletmek isterim.    Musiki dolu günlerde sevgi ve saygıyla kalın.

MUSİKİ

MUSİKİ

 

 Küçük yaşlarımdan itibaren uzun yıllar babamın çeşitli Klasik Türk Musikisi enstrümanlarını çalarak arkadaşlarıyla birlikte müzik yaptığına şahit oldum. Sık sık birbirlerinin evlerinde ya da mevsim müsaitse kırlarda bahçelerde toplanırlar ve uzun uzun çalıp söylerlerdi. Çocukluğumda, isimlerinin ney, rebap ve kemençe olduğunu bildiğim sazların bakımlarının yapılışını defalarca görmüştüm. Babam neyi birkaç kez üfleyerek, yayları kırmızı renkli şeffaf bir mumla mumlayarak özenle hazırlardı. Bunları yaparken neyin sazdan yapıldığını içine yalnızca “Hû” diyerek üflendiğinde ses verdiğini, rebabın Hindistan cevizinden yayların ise atkılından yapıldığını anlatır bütün ısrarlarıma rağmen birkaç nağmenin dışında bir şey dinletmezdi. Muhtemelen küçük olduğumu ve sıkılacağımı düşünüyordu.

 

Toplantı sırasının bizim evde olduğu ve benim babamın müziği ile ilk kez tanıştığım o günü dün gibi hatırlıyorum. Nihayet arkadaşları bize geleceklerdi. Babam enstrümanlarının bakımlarını yine özenle yaptı. Yüzlerce sorumu her zamanki sakin haliyle sadece gülümseyerek, “Dikkatle dinle bakalım ne duyacaksın,” diyerek cevapladı. Ne demek istediğini anlamamıştım ve ne duyacağımı bilmiyordum merakım ikiye hatta üçe katlandı. Babamın arkadaşları olduklarını öğrendiğim bazılarını tanıdığım bazılarını ilk defa gördüğüm bana gülümseyerek bakan ya da başımı okşayan insanlar evimize geldiler. Çoğu babaannemin elini öpüp annemle selamlaştıktan sonra sessiz adımlar ve birbirlerine verdikleri kısık mırıldanma selamları ile üst kata misafir odamıza geçtiler. Ben de arkalarından tabii. Hepsinin ellerinde ya büyük çantalar ya da torbalar vardı. İçlerinde en çok Ahmet (Ahmet YAKUPOĞLU) amcayı tanıyordum ve onu çok severdim. Bir de kızlarıyla arkadaş olduğum Nuri (Nuri GERMİYANOĞLU) amca vardı. Erhan (Erhan ALTINTAŞ) amcayı şakalarından tanıyordum bir de benim vesikalık fotoğrafımı çektirmeye gittiğimiz fotoğrafçı amca. Diğerlerini bilmiyordum ama babamın ve annemlerin tanıdığı muhakkaktı çünkü annem ve babaannem hepsiyle konuşup hatırlarını ve ailelerini soruyorlardı. Annemin ikram ettiği kahveler içildikten sonra fincanlar toplanırken biz de bir köşeye çekildik. Yavaş yavaş çantalar ve torbalar açıldı. Ben merakla çıkan müzik aletlerine bakarken o güne kadar duymadığım bir ses yükselmeye başladı. Babaannemin anlattığı masallardaki büyülü ses; işte bu olmalıydı. Yumuşak ve sakin tınıları kimi zaman yükseliyor kimi zaman zor duyulacak kadar azalıyor ama hep birlikte muazzam bir sihir oluşturuyorlardı. Kalbimi çarptırıp beni heyecanlandırıyor ya da huzur içinde hayal alemlerine sürüklüyordu. Annemin heyecanla, “Bak Ahmet çalıyor,” diye fısıldadığında gelen sesin babamın sazından çıktığını anlıyor benim de nefesim sıklaşıyordu. Gece o muhteşem musikinin susması, ikramların yenmesinin ardından bitti. O gece rüyamda melekler bana hep babamın rebabının eşliğinde şarkılar söylediler.

 

        

 

Biraz daha büyüyünce öğrendim ki babam, Ahmet amca ve diğer arkadaşları Klasik Türk Musikisi ve Tasavvuf Musikisi denilen türlerde büyük bestekârların eserlerini aslına uygun olarak icra ediyorlardı. Babamın ney üflediğini rebap ve klasik kemençe çaldığını öğrendim. O güzel aletlerin babamın parmakları arasında nasıl güzel sesler çıkardıklarına tanık oldum. Babamın bir Mevlevi olduğunu pek çok Mevlevi ayininde ney çaldığını güzel sesi ile naatlar okuduğunu öğrendim. Yapabilmeye çok özensem de babamın bütün çabalarına rağmen başaramayınca icracı olmak yerine harika bir dinleyici olacağıma yine babamın sözleriyle ikna oldum. Eh ne yapalım ben de dinlerim hem de sonsuz bir zevkle.

 

                               

 

Kütahya’da çini sanatı Kütahya’nın en bilinen özelliğidir. Bu kadim sanatın tarihi binlerce yıl öncesine dayanır ve o zamandan beri Kütahya adı adeta çini ile özdeşleşmiştir.  Kütahya’da çini sanatının dışında binlerce yıldır süregelen bir de müzik vardır ki zamanın en zorlu dönemlerinde bile hiç susmamıştır. Antik çağlardan beri kültür merkezi olma özelliğini kaybetmeyen Kütahya’da müzik, aşamalar kaydederek devam etmiş ve önemini hiç yitirmemiştir. Germiyanoğlu Beyi II. Yakup Bey’in “Çöğür” adı verilen bir sazı icat ettiği, Kütahya’da yetişen pek çok müzik adamının Osmanlı şehzadelerine dersler verdiği besteleri ve icraları ile dillere destan oldukları bilinmektedir. Kütahya’nın önemli Mevlevi merkezlerinden olması Tasavvuf Müziğinin tanınması, tanıtılması ve icrasına imkan kılmış, bu alanda yetişmiş pek çok musikişinası ortaya çıkarmıştır. Kütahya, Türk müziğine üstat olmuş nice bestekârlara ve “Dede” lakaplı büyük müzisyenlere başlangıç noktası oluşturmuştur. Ali Nûtki Dede, Abdulbaki Nâsır Dede, Ebûbekir Dede bunlardan sadece bazıları.

 

Elbette Kütahya’nın müzik sevdası sadece Klasik Türk Musikisi ve Tasavvuf Musikisi ile sınırlı kalmamış Halk Müziği alanında da topraklarımızın yüzlerce yıllık birikimini günümüze aktaran pek çok ozan, derleme ve saz sanatçısı yetişmiştir.

 

Bir zamanlar Kütahya’nın üç Ahmet’i olarak kitaplara geçen Ressam Ahmet (Ahmet Yakupoğlu), Hisarlı Ahmet (Ahmet Hisarlı) ve Fuat Ahmet (Ahmet Fuat Gürel) ilk ağızda Kütahya müziğine hayat vermiş isimler olarak aklıma geliverenler. Elbette tarihte ve günümüzde eserler vermiş, isim yapmış, müzik için hayatını adamış pek çok değerli isim güzel şehrimizin adı ile anılmakta ve sanatlarıyla yıldızlaşmaktadırlar.

 

Günümüzde de Kütahya’nın bir sanat ve kültür şehri olarak anılmasına ve parlamasına sebep olan değerli sanatkarlarımızın olması beni hem gururlandırıyor hem de çok mutlu ediyor. Bunlardan bir tanesi var ki bu yazının yazılmasına sebep olmuş büyük bir sanatçı. Zihninde müziği duymuş, duyduğu müziği şiirlerle donatmış ve yepyeni şarkılarla dünyaya seslenmiş Kütahyalı kadın bestekar Nilüfer Özkan. 

 

                              

Son zamanlarda Kütahya’nın yetiştirdiği en önemli bestekarlardan olan Nilüfer Özkan Türk Sanat Müziğinin popülaritesini kaybettiği, gerilere ötelendiği bir zaman diliminde besteleri, şiirleri ve sanatıyla ortaya atılıp bu müziğin hiçbir zaman değerini kaybetmeyeceğini adeta ilan etmiştir. Kütahya’da yetişmiş, hayatı boyunca Kütahya’da yaşamış ve halen Kütahya’da yaşayan değerli sanatçımız, yıllarca bir öğretmen olarak memleketine hizmet ettikten sonra şimdide sanatı ile kültür dünyamıza zenginlikler katarak hizmetine devam etmektedir. Türk müziğine yaptığı engin katkıları dışında bir kadın bestekar olarak bence takdirin en büyüğünü hak etmektedir. Müziğinde, bütün kuşaklara hatta hayatında hiç Türk Sanat Müziği dinlememiş gençlere bile hitap edebilen ve bu müzik türünü sevdirebilen bir sihir taşımaktadır. Kütahya Belediyesinin böyle büyük bir sanatçıyı takdir edip Kütahya’nın Sanatçı Hanımefendisi söylemiyle onun hayatı ve eserleri hakkında “Nilüfer Örnek Özkan-Hayat-Sanat-Hasat” isimli bir kitap yayınlaması çok memnunluk verici. Böylesi kıymetli bir esere hayat veren, emeği geçen herkese bir sanatsever olarak çok teşekkür ederim. Değerli sanatçımıza da bu platformdan başarılarıyla gurur duyduğumuzu iletmek isterim. 

 

Musiki dolu günlerde sevgi ve saygıyla kalın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.