Esra GÜREL ŞEN
Köşe Yazarı
Esra GÜREL ŞEN
 

Bahar...

Geçen hafta Ayaş’a gittik kızımla. Evet, Ankara Ayaş. Eşimin memleketi orası, ben çok severim. Bağlık bahçeliktir. Yemyeşil olmuş kırları, çiçeklerle dolmuş ağaç dalları, bahar gelmiş, toprak mis gibi kokuyor. Ahmet Arif geldi aklıma baharı koklarken. “İçerde” şiiri her zaman çok etkilemiştir beni. Özlemin, tutsak olmanın ve baharın şiiridir benim için. “Karanfil kokuyor cigaram Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.” Bahar gelmiş, kuşlar cıvıl cıvıl ama benim ağzımda bir maske ne soluyabiliyorum havayı ne sarılabiliyorum, “Hoş geldin,” diyen akrabama. İkimizin de içi biraz buruk yeni bulduğumuz selamlaşma şekliyle birbirimize veda eder gibi el sallayıp uzaktan maskeli öpücük gönderiyoruz. Bizde tutsağız diye düşünüyorum. Bütün insanlık gözle görünmeyen bir virüsün gardiyanlığında bilmişlik yapıp pandemi dediğimiz, korkunç bir salgına tutsak oldu maalesef. Bu gerçek beynimin bir kenarında dikenlik yapadursun ben baharı yaşamak istedim Ayaş’ta ve eski baharlar geldi aklıma. Kütahya’da yaşadığımız o güzel baharlar. Hatırlar mısınız? İlkokulda, ortaokulda, lisede okurken bahar yaklaşınca öğretmenler dahil hepimizi tatlı bir telaş sarardı. Bu biraz son sınavlara az kalmış olmasının telaşı olsa da bizi geceleri uyutmayan yaklaşan 23 Nisan ve 19 Mayıs’tı. Çoğumuz görev alırdık kutlamalarda. Kolay mı? Bir ülkenin yönetim şeklinin belirlendiği ve yönetim hakkının, halkın eline resmen ve bir daha alınamaz şekilde devredildiği gün. Devleti bizzat halkın yönetmeye başladığı gün. TBMM’nin açılısı Ulusal Egemenliğin dünyaya ilan edildiği 23 Nisan 1920 tarihinin yıldönümü. Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün tavsiyesi 1924 yılında Kurtuluş Savaşında yetim kalan gazi ve şehit çocuklarına yardım toplanması amacıyla pullar bastırıldı ve o gün o zamanın gazetelerinde “Çocukların Rozet Bayramı” olarak anıldı. 1927 yılından itibaren bizzat Atatürk’ün himayesinde 23 Nisan, “Hakimiyet i Milliye ve Çocuk Bayramı “olarak kutlandı ve 1929 yılında Atatürk tarafından çocuklara armağan edildi. Böylece halkın kendi kendini yönetmesi ve geleceği hepimizin geleceği olan çocuklarımıza emanet edildi. Ben ilkokulu Kütahya’da 30 Ağustos İlkokulunda okudum.  O günler ve öğretmenim çok sevgili Murat Yücel’le ilgili anılarım hâlâ capcanlılar. Bir 23 Nisan’da gelin olmuştum. Bir kamyon kasasında kocaman bir ay yıldız maketi, yıldızın kanatları ve ortasındaki oyukta oturan üç gelinlikli küçük kız. Heyecana bakın siz. Ben ortaya oturmak istiyordum ama seçilemedim. Kanatlardan birinin üzerine oturacaktım. Üzülmüş, ağlamış günlerce kendime dert edinmiştim. Başka dert yok tabii o zamanlar. Fakat bayram günü gelip saçlarım lüle lüle topuz, çiçekli bir taç ve rüzgârda uçuşan duvağımla yıldızın kanadına oturduğumda çok mutluydum. He he, ortada oturan arkadaşın duvağı hiç uçuşmuyordu oyuğun içine sıkışıp kalmıştı oysa benimki öyle mi ya. Büyük kanatlı beyaz kuşlar gibi yükseliyordu gökyüzüne. Çocukluk halleri işte hâlâ hatırladıkça gülümserim. Hele 19 Mayıslar lise yıllarımızın en güzel zamanları. Aylar önceden başlardı çalışmaları. Gösteri gruplarına seçilen arkadaşlarımıza imrenerek bakardık. Ben hiç seçilememiştim çünkü boyum kısa ve jimnastikte inanılmayacak düzeyde kabiliyetsizdim. Bayram günü resmi geçitle şimdi yerinde yeller esen ve neden yıkıldığını bir türlü anlayamadığım stadımıza giderken ben hep en son sırada olurdum. En uzun boylular en önde, kısalar en sonda olacak gibi bir düzeni vardı kortejimizin. Gri etekli, yelekli formam, yandan sımsıkı örülmüş saçlarım ve gözlüklerimle suratımda kocaman bir gülümseme İstasyon yolu boyunca sıralanıp bizi alkışlayanlara çaktırmadan el sallardım. Mutluydum neden olmayayım ki bir ülkenin adeta şahlanışının anlatıldığı, bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun başladığı ve bunu başaran, dünyaya örnek tek liderin Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışının yıldönümünü kutluyorduk. Gururla başımız dik, gözlerimiz ileride yürürdük. Güneş altında pişsek de stadyumda avazımız çıktığı kadar bağırarak söylerdik marşları ve evimize, gençliğimize verilen görevi yerine getireceğimiz yeminleriyle dönerdik. “Bu şerefli milletin şanlı çocuklarıyız Kalplerimiz, nabzımız vatan diyerek atar Ayrılmadan yürürüz, aynı yolda erkek, kız Ruhumuzda ateş var, göğsümüzde iman var.” Çocukluğumun, gençliğimin güzel bahar günleri aklıma geldikçe gözlerim doldu. Okul piknikleri, lise çayları, oynadığımız tiyatro oyunları, ilkokulda müsamereler, sonraki yıllarda moda olan kermesler ve en güzeli şarkıların ve mutluluğun eşlik ettiği okul gezileri. Şimdi düşünüyorum da şu Pandemi olmasa çocukluğumuzun coşkusu ve özgürlüğü ile kutlayabilecek miyiz bayramlarımızı? Yoksa yine kırk yalan bahane ile ertelenecek, kısaltılacak ve yasaklanacak mı? Kendi ikballeri uğruna salgını ve halk sağlığını bile hiçe sayıp şenlikli kongreler yapanlar sizce bize bu mutluluğu layık görecek mi? Bu yıl bahane hazır. Pandemi var. İnandınız mı? O zaman bugünkü yazımı bir şarkı sözüyle bitireyim. “Tut asırlık umutlarla acılarla Tut, bırakma peşini hayatın ateşini gel Ah akıp gider oyun akıp gider Devam eder hayat Ah, uyan da gel Tuana Yüreğim kan ağlıyor Sana söz yine baharlar gelecek Sana söz ışık sönmeyecek” Esen kalın.

Bahar...

Geçen hafta Ayaş’a gittik kızımla. Evet, Ankara Ayaş. Eşimin memleketi orası, ben çok severim. Bağlık bahçeliktir. Yemyeşil olmuş kırları, çiçeklerle dolmuş ağaç dalları, bahar gelmiş, toprak mis gibi kokuyor. Ahmet Arif geldi aklıma baharı koklarken. “İçerde” şiiri her zaman çok etkilemiştir beni. Özlemin, tutsak olmanın ve baharın şiiridir benim için.

“Karanfil kokuyor cigaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.”

Bahar gelmiş, kuşlar cıvıl cıvıl ama benim ağzımda bir maske ne soluyabiliyorum havayı ne sarılabiliyorum, “Hoş geldin,” diyen akrabama. İkimizin de içi biraz buruk yeni bulduğumuz selamlaşma şekliyle birbirimize veda eder gibi el sallayıp uzaktan maskeli öpücük gönderiyoruz. Bizde tutsağız diye düşünüyorum. Bütün insanlık gözle görünmeyen bir virüsün gardiyanlığında bilmişlik yapıp pandemi dediğimiz, korkunç bir salgına tutsak oldu maalesef. Bu gerçek beynimin bir kenarında dikenlik yapadursun ben baharı yaşamak istedim Ayaş’ta ve eski baharlar geldi aklıma. Kütahya’da yaşadığımız o güzel baharlar.

Hatırlar mısınız? İlkokulda, ortaokulda, lisede okurken bahar yaklaşınca öğretmenler dahil hepimizi tatlı bir telaş sarardı. Bu biraz son sınavlara az kalmış olmasının telaşı olsa da bizi geceleri uyutmayan yaklaşan 23 Nisan ve 19 Mayıs’tı. Çoğumuz görev alırdık kutlamalarda. Kolay mı? Bir ülkenin yönetim şeklinin belirlendiği ve yönetim hakkının, halkın eline resmen ve bir daha alınamaz şekilde devredildiği gün. Devleti bizzat halkın yönetmeye başladığı gün. TBMM’nin açılısı Ulusal Egemenliğin dünyaya ilan edildiği 23 Nisan 1920 tarihinin yıldönümü. Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün tavsiyesi 1924 yılında Kurtuluş Savaşında yetim kalan gazi ve şehit çocuklarına yardım toplanması amacıyla pullar bastırıldı ve o gün o zamanın gazetelerinde “Çocukların Rozet Bayramı” olarak anıldı. 1927 yılından itibaren bizzat Atatürk’ün himayesinde 23 Nisan, “Hakimiyet i Milliye ve Çocuk Bayramı “olarak kutlandı ve 1929 yılında Atatürk tarafından çocuklara armağan edildi. Böylece halkın kendi kendini yönetmesi ve geleceği hepimizin geleceği olan çocuklarımıza emanet edildi.

Ben ilkokulu Kütahya’da 30 Ağustos İlkokulunda okudum.  O günler ve öğretmenim çok sevgili Murat Yücel’le ilgili anılarım hâlâ capcanlılar. Bir 23 Nisan’da gelin olmuştum. Bir kamyon kasasında kocaman bir ay yıldız maketi, yıldızın kanatları ve ortasındaki oyukta oturan üç gelinlikli küçük kız. Heyecana bakın siz. Ben ortaya oturmak istiyordum ama seçilemedim. Kanatlardan birinin üzerine oturacaktım. Üzülmüş, ağlamış günlerce kendime dert edinmiştim. Başka dert yok tabii o zamanlar. Fakat bayram günü gelip saçlarım lüle lüle topuz, çiçekli bir taç ve rüzgârda uçuşan duvağımla yıldızın kanadına oturduğumda çok mutluydum. He he, ortada oturan arkadaşın duvağı hiç uçuşmuyordu oyuğun içine sıkışıp kalmıştı oysa benimki öyle mi ya. Büyük kanatlı beyaz kuşlar gibi yükseliyordu gökyüzüne. Çocukluk halleri işte hâlâ hatırladıkça gülümserim.

Hele 19 Mayıslar lise yıllarımızın en güzel zamanları. Aylar önceden başlardı çalışmaları. Gösteri gruplarına seçilen arkadaşlarımıza imrenerek bakardık. Ben hiç seçilememiştim çünkü boyum kısa ve jimnastikte inanılmayacak düzeyde kabiliyetsizdim. Bayram günü resmi geçitle şimdi yerinde yeller esen ve neden yıkıldığını bir türlü anlayamadığım stadımıza giderken ben hep en son sırada olurdum. En uzun boylular en önde, kısalar en sonda olacak gibi bir düzeni vardı kortejimizin. Gri etekli, yelekli formam, yandan sımsıkı örülmüş saçlarım ve gözlüklerimle suratımda kocaman bir gülümseme İstasyon yolu boyunca sıralanıp bizi alkışlayanlara çaktırmadan el sallardım. Mutluydum neden olmayayım ki bir ülkenin adeta şahlanışının anlatıldığı, bir milletin küllerinden yeniden doğuşunun başladığı ve bunu başaran, dünyaya örnek tek liderin Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkışının yıldönümünü kutluyorduk. Gururla başımız dik, gözlerimiz ileride yürürdük. Güneş altında pişsek de stadyumda avazımız çıktığı kadar bağırarak söylerdik marşları ve evimize, gençliğimize verilen görevi yerine getireceğimiz yeminleriyle dönerdik.

“Bu şerefli milletin şanlı çocuklarıyız

Kalplerimiz, nabzımız vatan diyerek atar

Ayrılmadan yürürüz, aynı yolda erkek, kız

Ruhumuzda ateş var, göğsümüzde iman var.”

Çocukluğumun, gençliğimin güzel bahar günleri aklıma geldikçe gözlerim doldu. Okul piknikleri, lise çayları, oynadığımız tiyatro oyunları, ilkokulda müsamereler, sonraki yıllarda moda olan kermesler ve en güzeli şarkıların ve mutluluğun eşlik ettiği okul gezileri.

Şimdi düşünüyorum da şu Pandemi olmasa çocukluğumuzun coşkusu ve özgürlüğü ile kutlayabilecek miyiz bayramlarımızı?

Yoksa yine kırk yalan bahane ile ertelenecek, kısaltılacak ve yasaklanacak mı?

Kendi ikballeri uğruna salgını ve halk sağlığını bile hiçe sayıp şenlikli kongreler yapanlar sizce bize bu mutluluğu layık görecek mi?

Bu yıl bahane hazır. Pandemi var.

İnandınız mı?

O zaman bugünkü yazımı bir şarkı sözüyle bitireyim.

“Tut asırlık umutlarla acılarla

Tut, bırakma peşini hayatın ateşini gel

Ah akıp gider oyun akıp gider

Devam eder hayat

Ah, uyan da gel Tuana

Yüreğim kan ağlıyor

Sana söz yine baharlar gelecek

Sana söz ışık sönmeyecek”

Esen kalın.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (3)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
SARA
(10.04.2021 10:46 - #136)
Esracim bu harika yazına teşekkürler eski hatirlatman ne güzel öğünler gelecek inşallah hayırlısıyla bizim torularimizda görecek ben umutluyum
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Fatma Soydan Afşarünal
(11.04.2021 00:01 - #138)
Esracım çok güzel anlatmışsın...Yüreğine ,Kalemine sağlık...Emekli bir Anasınıfı öğretmeni olarak çok duygulandım, ağlattın beni...İyi geceler canım...
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Hüsnü Hakan UGURTAY
(11.04.2021 08:36 - #139)
ELINIZE EMEĞİNİZE YÜREĞİNİZE SAĞLIK ❤
Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve telgrafgazetesi.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
(0) (0)
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.